Zdzislaw Beksinski (Lehçede yazılışı “Zdzisław Beksiński“), 24 Şubat 1929 tarihinde Polonya’nın Sanok şehrinde doğmuştur. Küçükken sinema tutkunu olan Zdzislaw Beksinski, büyüdüğünde her ne kadar yönetmenlik yapmayı istemiş olsa da babası, oğlunu daha uygun gördüğü ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Polonya’sında iyi gelir getireceğini düşündüğü bir meslek olan mimarlığa yönlendirmiştir. Krakov’da mimarlık okuyup 1952 yılında bölümünden mezun olan Beksinski, mezun olduktan sonra mimarlık mesleğini birkaç yıl boyunca icra etmiştir. Ancak okuduğu bölüme hiç ısınamamış ve şantiyelerde çalıştığı süre zarfında kendisini “köle kamçıcısı” gibi görmüş olan Beksinski, bu mesleği kısa bir süre sonra bırakmıştır.[1][2] Bu yıllarda kendisi, yaratıcılığın çağrısına kulak vererek, fotoğraf makinesiyle etrafındakileri çekmeye başlamıştır. Bu fotoğrafları ile Beksinski, ilerleyen dönemlerde tablolarıyla kendini daha net bir biçimde gösterecek olan tarzının ilk örneklerini vermiştir.[3]
Beksinski’nin fotoğraflarında sanatçının olayları arşivleme veya yaşananları olduğu gibi gösterme amacı gütmediği hemen fark edilmektedir. Söz konusu fotoğraflarda iki karakteristik özellik dikkat çekmektedir. Bunlardan birincisi sanatçının “ölüm”, “karanlık”, “boşluk” v.b. karamsar, hüzünlü ve korkutucu temalara olan ilgisidir.[4] İkincisi ise sanatçının günlük hayatta karşılaşılmayan farklı formlar/şekiller ile ilgilendiğidir. Bu ikinci özellik, sanatçının “gerçeküstücü (sürrealist)” yanını yansıtmaktadır.[5] Beksinski, içinde yaşamış olduğu dünyadan çok gerçekte var olmayan, gerçeğin ötesindeki bir dünya ile ilgilenmektedir. Bu dünya ise sanatçının kendi iç dünyasından başka bir dünya değildir.
Beksinski de gerçek dünya ile ilgilenmediğinin aslında farkındadır. Kendisine göre bir fotoğrafçı, etrafında yaşananlara karşı duyarlı olmalıdır. Bu nedenle kendisi, fotoğrafçılığın sınırlarını da gittikçe daha iyi görmeye başladığından dolayı[6], 1959 yılında fotoğrafçılığı tamamen bırakmıştır ve kendisini önce kara kalem çizime, daha sonra ise resme vermiştir.[7]
(Kendisinin neredeyse tüm kara kalem çizimlerine ve tablolarına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.)
Beksinski’nin kara kalem çizimlerinin ve tablolarının temaları, yukarıda da belirtildiği gibi, “ölüm”, “karanlık”, “boşluk” v.b. karamsar, ürpertici ve hüzünlü temalardır. Her ne kadar sanatçının, çocukluğunda Polonya’da İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamış olmasının söz konusu temaların oluşumunda önemli bir rolü olduğu söylense de Beksinski, tablolarındaki sembollerin (gamalı haç, miğfer v.b.) veya tablolarının temalarının kökeni hakkında mantıklı bir açıklama yapabilmek için kendisini hiçbir zaman zorlamamıştır. Bu nedenle tablolarına bir anlam yüklemeye de hiçbir zaman çalışmamıştır.
Beksinski, tablolarını yalnızca estetik kaygısıyla yapmıştır. Yaptığı tablolarda yalnızca biçime önem vermiştir ve içerik ile hiçbir zaman ilgilenmemiştir. Hiçbir zaman tabloları ile bir mesaj vermeye çalışmamıştır. Zaten bunu kendisi de bir röportajında “insanlara bir mesaj vermeye çalışsaydım, bunu yapmak için sanat yerine başka bir araç kullanırdım” diyerek açıklamıştır.
Tablolarında mesaj vermeye çalışmadığı için Beksinski, tablolarının yapım sürecinin yönetimini, bazı zamanlar, zihninde beliren görüntülere bırakmıştır. Beksinski’nin, tablolarını yaparken taslağı oluşturduktan sonra zihninde oluşan görüntülere uyarak tablosuna sürekli olarak eklemeler-çıkarmalar yaptığı olmuştur. Bu nedenle bazen taslakta beliren çizim ile tablo bittiğinde ortaya çıkan resim arasında ciddi farklar olmuştur.
Sanatçının, hayatının farklı dönemlerinde tablolarında ön plana çıkmış olan deniz, insan kafası ve yüzü, haç, çarmıh, uzaylı v.b. farklı şekiller yalnızca Beksinski bunları çizmeyi sevdiği için ve Beksinski’nin estetik kaygısından dolayı sanatçının tablolarında yer almışlardır. Söz konusu şekiller Beksinski’nin iç dünyasında kelimeler ile anlatılamayacak kadar güçlüdürler ve bu nedenle sanatçı için önemli bir yere sahiptirler. Bu nedenle Beksinski, söz konusu şekilleri çizmekten hoşlanmıştır. Bu şekillerle bir mesaj vermeyi ise hiçbir zaman amaçlamamıştır.
Kendisi, zihninde uyanan şekilleri çizmekten hoşlanmış ve tablolarıyla bir mesaj vermeyi hiçbir zaman amaçlamamış olduğundan dolayı Beksinski, tabolarıyla ilgili yapılan yorumları dinlemekten de hiçbir zaman haz almamıştır.[8] Ancak bu durum kesinlikle yanlış anlaşılmamalıdır. Beksinski, insanların resimlerine bakmalarından zevk duymuştur. Bu nedenle başka bir röportajında “eğer bir nükleer felaketin tek kurtulanı ben olsaydım ve elimde boyalarım ve şövalemle bir başıma kalsaydım, resim yapmazdım” demiştir.
Beksinski hem resimleri ile ilgili yorumları dinlemenin kendi sanatını etkileyeceğinden korkmuştur hem de bu yorumların tabloları için “genel yorumlara” dönüşebileceğinden ve bundan sonra bir tablosunun sürekli aynı yorumlara maruz kalacağından kaygı duymuştur. Öyle ki Beksinski, tabloları ile ilgili bir ön yargı oluşmasın diye hiçbir tablosuna isim bile vermemiştir. [9] O, tablolarının insanlarda bir duygu uyandırmasını önemsemiştir. İnsanların tablolarına bakmalarını ve bir şeyler hissetmelerini istemiştir. Ancak hepsi bu kadardır.
1960’lı yıllardan itibaren Polonya’da, 1980’li yıllardan itibaren de tüm dünyada ünlenmiş olan Beksinski, 21 Şubat 2005 tarihinde, 75 yaşındayken, kendi apartman dairesinde bıçaklı saldırıya uğrayarak hayatını kaybetmiştir. Her ne kadar bu ölüm trajik gibi görünse de Beksinski, belki de zaten pek önemsemediği bu dünyadan göçmenin ve kendisini bu dünyaya bağlamış ancak kendisinden önce bu dünyayı terk etmiş olan eşine ve oğluna sonunda kavuşacak olmanın mutluluğuyla bu dünyadan ayrılmıştır.
Bugün Sanok Tarih Müzesi’nde hayatının farklı dönemlerinden yaklaşık 600 eseri sergilenen Zdzislaw Beksinski araknofobdur. Ayrıca tablolarını yaparken müzik dinlemekten ve kahve içmekten hoşlanmıştır.[10]
Beksinski’nin hayatı ve kişiliği ile ilgili daha fazla bilgi edinebilmek için:
- Beksinski’nin hayatı boyunca kendi çektiği videoları ve katıldığı röportajları mükemmel bir biçimde arşivlemiş olan YouTube kanalına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz ve söz konusu videoları İngilizce alt yazı ile izleyebilirsiniz.
- Beksinski ve ailesinin hayatını anlatan, Polonyalı yönetmen Jan P. Matuszynski’nin 2016 yapımı ve Türkçeye “Baba ve Oğul” olarak çevrilmiş olan “Ostatnia Rodzina” isimli filmini izleyebilirsiniz.[11]
[1] Beksinski, kısa sürmüş olan mimarlık hayatı boyunca sadece şantiyelerde çalışmıştır ve hiçbir zaman mimari projeler çizmemiştir.
[2] Beksinski, mimarlığı bıraktıktan sonra bir gelire sahip olabilmek için Sanok’ta bulunan Autosan adındaki bir otobüs üreticisi firma için çalışmıştır. Burada çalıştığı esnada, Sanok’ta, 1964 yılında düzenlenmiş olan ilk resim sergisinde birkaç tablosu satılan Beksinski, artık bir yandan sanatından da para kazanır hâle gelmiştir. Bu nedenle, Autosan’dan çıkarıldıktan sonra Beksinski, artık başka bir yerde çalışma ihtiyacı duymadan yalnızca sanatı sayesinde ekonomik bağımsızlığını korumuştur.
[3] Beksinski’nin sanatsal kaygı taşımadan 1940’lı yıllardan beri fotoğraf çektiği bilinmektedir. Ancak bu yazıda söz konusu şahsın sanatsal kişiliğinden bahsedildiği için bu detaya girilmemiştir.
[4] Ancak Beksinski, sanatının belirli temalar etrafında şekillendiği yorumuna karşı çıkmaktadır. O yalnızca estetik kaygısıyla çizmiştir ve insanların sübjektif yorumlarını onlara bırakmıştır.
[5] Beksinski’nin ayrıca erotisist, ekspresyonist ve abstraksiyonist olduğu da belirtilmektedir.
[6] Her ne kadar Beksinski bir süre fotomontaj vasıtasıyla sürrealizmini fotoğrafçılığa taşımaya çalışmış olsa da fotoğrafçılıkta aradığını tam olarak bulamamıştır.
[7] Kendisi bu dönemde bir de kısa süreliğine heykeltıraşlık yapmıştır.
[8] Ayrıca sanatçı, başka sanatçıların sergilerine gitmekten ve başkalarının tablolarını eleştirmekten de hoşlanmamıştır.
[9] Beksinski, tabloları sergilerde alıcı bulurken hangi tablonun söz konusu olduğu daha iyi anlaşılsın diye bazen tablolarına isim vermek zorunda kalmıştır. Ancak hiçbir tablosunu yaparken veya yaptıktan hemen sonra onu adlandırmamıştır.
[10] Ayrıca para kazanma kaygısı olmasa Beksinski, tablolarını hiçbir zaman bir sergiye vermeyi düşünmemiştir.
[11] Beksinski’nin hayatını, intihar meyilli oğlu ve çok sevdiği eşi ile yaşadıklarını olabildiğince gerçekçi bir biçimde anlatmaya çalışmış olan film, Beksinski’nin öldüğü yıl olan 2005’te başlamaktadır. Daha sonra ise Beksinski’nin ailesiyle birlikte Sanok’tan Varşova’ya taşındığı 1977 yılına geri dönerek toplamda beş üyesi olan (anneanne ve babaanne de dahil) ailenin başından geçenleri kronolojik olarak anlatmaktadır.