Toplumsal hareketler kimi zaman tarihin akışını değiştiren, etki eden rollerde görülmüştür. İnsanlık tarihinin toplumsal hareketler etkisinde kaldığı dönemlere bakıldığında ise tarih bu grupların aktörlerini ya kahramanlar ya da hainler olarak anmıştır. İşte bu yüzden sosyologlar eski toplumsal hareketlerin ve bu hareketlere bakışın son dönemde yetersiz kaldığını ve marjinal gruplar olarak görülen bu grupların artık eğitimli daha sıradan insanlardan oluşabildiğini savunmaya başlamışlardır.
Klasik sosyoloji, yapısal bir kriz veya ortak inançların bir sonucu olarak görür ve kolektif davranış biçimini göz ardı eder. Touraine, bu durumu post-endüstriyel toplum tipiyle açıklar ve bu alanın artık devlete değil sivil topluma aittir der.
Offe’ye göre ise sosyal hareketlerin tüketim toplumlarında güvenlik kaygısından dolayı ortaya çıktığını vurgular ve hareketlerin çıkış noktalarının ekonomik olmayan değerler ile ilgili olduğunu belirtir.
Inglehart, değer önceliklerindeki kaymayı post-materyalist değerlerin ortaya çıkışı olarak kurgulamıştır. Yani çatışmaların konusu bölüşmektir. Hayatta kalma savaşı olarak görülmemesi gerektiğini belirtir.
Melucci, eski tip toplumsal hareket tabanıyla ilgili kahraman veya hain olarak nitelenebilecekken yeni aktörlerin daha çok kendileri ile ilgili olduklarını belirtir. Ayrıca eski aktörleri fakir ve marjinal olarak niteleyebilecekken, yeni aktörler eğitimli ve yeni bir orta sınıfa dahil nitelikli kişilerdir.
Yeni sosyal hareketleri ekonomik ve sınıfsal açıklamanın doğru olmadığını savunan tezler de vardır. Onlara göre ekonomik ve sınıf kavramından öte ırk, toplumsal cinsiyet, etnisite vb. ölçütler belirleyici olmaktadır. Dalton, Kuechler ve Burklin buna grup tabanlı politikalardan değer tabanlı politikalara geçiş adını vermiştir.
Eski sosyal hareketleri yenisinden farklı kılan bir diğer konu ise örgütlenme biçimleridir. Eski hareketler “Büyük Liderler” çevresinde gerçekleştiği görülürken, yeni sosyal hareketlerde bu durum daha esnek ve adem-i merkeziyetçi bir yapıda gerçekleşir. Karar mekanizması daha müzakere odaklıdır. Yani örgütün yapısı ortak bir anlaşmanın sonucunda belirlenir.
Altmışlı-yetmişli yıllarda ortaya çıkan yeni sosyal hareketler, klasik kolektif hareket paradigmasının temel tezlerinin sorgulanmasına neden olmuştur. Sonuç olarak iki paradigma ortaya çıkmıştır: Kaynak Mobilizasyonu Paradigması ve Yeni Sosyal Hareketler Paradigması.
Kaynak Mobilizasyonu Paradigması
Toplumsal hareketlerin açıklanması ile ilgili olarak iki paradigmanın ortak yönleri de vardır. İki paradigma da çatışmacı kolektif hareketi normal olarak görür. Örgütlenenleri rasyonel ve iyi eğitimli kişiler olarak görür ve iki paradigma da sosyal hareketin bağımsız örgütler ve gelişmiş iletişim becerileriyle organize olabilen gruplar olarak ele alır.
Kaynak mobilizasyonu paradigmasına göre sosyal hareketler, dışlanmış toplumsal grupların siyasal sisteme katılma mücadelesinden ibarettir. Yani hareketin amacına ulaşması politik anlamda bir tanınma veya maddi kazanç elde etmesi ile ilgilidir.
Tilly’e göre de oturmuş siyasal pozisyonu olmayan bir sosyal kategori adına, güç sahibi olana karşı yöneltilen istekler ve mücadeleyi içermektedir. Yani marjinal, dışlanmış grupların siyaset sahnesine girişini açıklamak istemektedir. Tilly 19. yüzyıl hareketlerini aktif ve saldırgan, eski hareketi ise tepkisel ve defansif olarak niteler. Yeni hareketler direnişten çok güç ve kaynak paylaşımını amaçlamaktadır. Bir başka deyişle sosyal hareketler, hakim güçler ve kaynakların dağıtımında değişim talep eden insanlar arasındaki etkileşimler olarak adlandırılmaktadır.
Bu da kaynak mobilizasyonu paradigmasının sosyal hareketlerin siyasal boyutuna odaklı olduğu sonucuna varmamıza neden olur.
Yeni Sosyal Hareketler Paradigması
Bu paradigmaya göre ise sosyal hareketler siyasi değişiklikten çok sosyo-politik konuları, mevcut değerler, normlar ve kimlik yapılarında değişiklik taleplerini simgeler. Daha sosyo-kültürel bir bakış açısına sahip olduğu söylenebilir.
Touraine’e göre toplum sosyal mücadeleler sonucunda kurallarının tekrar tekrar değiştiği bir oyun gibidir. Yeni sosyal hareket paradigmasında normlara kimler karar verir? Ne normaldir? Kimse, topluma dahil olmadan toplumda nasıl kabul görür? gibi sorulara odaklanır ve yerleşik normları sorgular.
Melucci’ye göre temelde amaç siyasi otoriteye etki etmek değildir ancak düzeni değiştirebilecek yeni seçkinler yetişeceği için siyasi otoriteyi etki altına alabileceklerdir. Bu tip sosyal hareketler örneklerinin bulunmadığı ülkelerde bile durumu kendilerini haklı çıkarma aracı olarak kullanabilmelerine olanak sağlar. Bu da politikacıları politikalarının mantıkını ve sebeplerini sorgulamaya zorlamaktadır. Nitekim, bu tür hareketlerin olmadığı ülkeler daha otoriter bir rejim olarak anılmaya başlanacaktır.
Çatışma belli bir özel örnekle başlar ve toplumun tamamını ilgilendiren problemleri su yüzüne çıkarır. Bu da daha geniş kitlelere sesleniş anlamına gelir. Bu durum, özellikle kadın hareketinde meydana gelmiştir. Kadın üzerinden ortaya çıkan sorunlar toplumun tamamında sorgulanmaya başlanmıştır.
Bu yönüyle yeni sosyal hareketler paradigmasına göre sosyal hareketler, siyasal sahneye çıkış amacından çok kamusal alanı genişletme ve siyasal kurumları demokratikleşme çabası içindedir.
Ancak Cohan ve Arato ise iki paradigmanın da doğru yönleri olduğunu savunmuşlardır. Onlara göre iki paradigma birleştirilerek sosyal hareketler incelenmelidir. Nitekim bu tartışmalar eski politik alandan çıkara eşitlik, farklılık, kimlik inşası gibi süreçlerin tartışılmasına sebep olmuştur.
Yeni Sosyal Hareketler ve Kimlik Politikaları
Sosyal hareketi kendini tanımlama ve ötekiler tarafından tanınma süreci olarak gören bir başka sosyolog ise Calhoun’dur.
Giddens, buna “hayat politikaları” adını vermiştir ve özgürleştirilmeci politikaların ortaya çıkmadığı durumlarda ortaya çıktıklarını belirtmiştir. Giddens bunu bireylerin ve grupların hayatlarını etkileyen baskıların ortadan kalkması süreci olarak belirtir. Bu tür hayat politikalarında temel amaç eşitlik olduğundan bu gruplar arasındaki farklar ortadan kaldırılmak istenmektedir.
Hayat politikaları, her ne kadar özgürleştirici politikalarla ilgili ise de temelde özgürleştirici politikalarla ilgilenmez. Özgürleştirici politikalar için ötekiyle ilgili denebilir ancak hayat politikaları daha çok “seçim” ile ilgilidir. Çünkü kimlik grupların seçimleriyle devamlı yenilenir ve güncellenir. Örneğin modern öncesi toplumlarda giyim bedeni koruma ve kollama emaresi iken, modern toplumda sembolik gösterim amacı güden bir olgu haline gelmiştir. Modern aktörün giyimi, duruşu, kimliğin birer yansımasıdır.
Taylor, bu kimlikle tanınmanın amacını evrensel boyutta eşitlik olduğunu savunmaktadır. Eşitlik politikalarıyla vurgulanan budur. Farklılık politikalarıyla vurgulanan ise grubun kimliğinin diğerinden farklı olduğunun kabul görmesidir.
Yeni Sosyal Hareket Örneği Feminizm
Toplumun en önemli aktörlerinden olan kadın ve kadın hareketi olan feminizm şüphesiz yukarıdaki tartışmalara en iyi örnekleri barındıracaktır.
Kadın hareketlerini Birinci-İkinci Dalga feminizm olarak ikiye ayırmak mümkündür. Birinci dalga feminizme bakıldığında kadının erkek buyruğundan çıkması ve özgürleştirilmesi amaçlanmaktadır. Bu dönemde toplumda, kadın-erkek eşitliği amaçlanmaktaydı. Ancak asıl problem, kadının girmeye çalıştığı kamusal alan erkek tarafından standartları belirlenen bir alandı. Kadın bu alana girmek için kadınlık kimliğinden arınmaya hatta kadınlık kimliğini aşağılamaya çalışması gerekiyordu. Tabi bu sonucunda erkek kimliğinin yüceltilmesi ile karşılaşılıyordu.
Yetmişlere gelindiğinde kadınlar kürtaj, doğum kontrolü, kadınlara karşı şiddet gibi konuları daha fazla duyurmaya başladılar. Bu dönemden itibaren kadınların talebi, erkek egemen toplumdan kadının farklılıkları için tanınma talebine dönüştü. Bu durum, eşitlikten çok özerklik talebi olarak anlaşılmaktadır.
Bu durum kadınları, toplumsal alanlarda verili cinsiyetleriyle yer almak istememeleri ve toplumun temel kanunlarının sorgulanmasına itti. Kadınların kurumsal ve toplumsal olarak katılmaları sayesinde gelen reformlar bu hareketin önemine işaret etmektedir.
Sonuç
Çevrecilik, cinsel kimlik, barış gibi temalar etrafında ortaya çıkan örgütler, toplumsal olaylarda en önemli aktörler olma yolunda ilerlemektedirler. Bu yaklaşımlarda sosyolojik konuları modernleşme açısından ele almakta ve eski kuramları bu açıdan eleştirmektedir. Kaynak mobilizasyonu paradigması, kaynaklardan daha fazla pay almakla ilgili iken, kimlik yönelimli paradigma ise yeni grup oluşumunun temelde ekonomik/politik olmadan da ortaya çıkabileceğini savunmaktadır.
Yeni farklı kimlik ve pratikleri görünür ve meşru kılmaya çalışan yeni sosyal hareketler, gelecekteki önemli toplumsal değişimleri beraberinde getirebilecektir.
Okumuş olduğunuz bu çalışma bir makale özetidir. Bu makale özeti,
Kenan Çayır, Yeni Sosyal Hareketler, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2016, (s.11-30)
Kitabında bulundan “Toplumsal Sahnenin Yeni Aktörleri: Yeni Sosyal Hareketler” adlı makaleden çıkarılmıştır.