Özet
Bu makalede Osmanlı devletinin önemli vilayetlerinden biri olan Yemen bölgesinde vuku bulmuş İmam Yahya isyanı incelenecek ve isyan hakkında çeşitli malumatlar sunulacaktır. Ancak isyana değinilmeden önce Osmanlı devletinin içerisinde bulunmuş olduğu sıkıntılı sürece ve bu sürece bağlı olarak padişah ve bürokratların gerçekleştirmiş olduğu reformlara değinilecek ve Osmanlı devletini bölgeye yönelten etkenler izah edilmeye çalışılacaktır. Mezkur konulara değinilerek bir ön bilgi edindikten sonra İmam Yahya isyanı incelenecektir.
GİRİŞ
Dönüşüm, insanın ve insana bağlı olan tüm yapıların tabiatında var olagelen bir unsurdur. Tarih ilmi, kendisiyle hemhal olan araştırmacılara, işbirliği sonucu toplum haline gelebilmiş insanların ve bu toplumların iradesi soncu ortaya çıkan devletlerin sürekli bir dönüşüm içersinde olduklarını okuma fırsatı verir. Osmanlı devleti, beylikten imparatorluğa, imparatorluktan nihayetine kadar hayatiyetinin birçok veçhesinde dönüşüme maruz kalmıştır. Bu dönüşümlerin sebepleri çeşitlilik arz etmekle beraber iç ve dış faktörler olarak iki alanda incelenirler.
18 ve 19.yy.larda gerçekleştirilen reformlar göz önüne alındığında III. Selim ile beraber Osmanlı Devleti’nin ciddi bir dönüşüm aşamasına girdiği göze çarpar. W.L.Cleveland, ‘’Ortadoğu’da 19.yy, devamlılık güçleri ile değişik güçleri arasında bir gerilim dönemi’’ diyerek yaşanan sürecin aktörlerini iki gruba ayırır. Bunlardan devamlılık güçleri; yeniliklere karşı gelenekçi tutumu temsil ederken değişiklik güçleri ise; bir takım yeniliklerin zaruri olduğunu temsil ederler. Yenilik karşıtı grupların şiddetli muhalefetiyle karşılaşan III. Selim, girişeceği reformları askeri alana yoğunlaştırdı. Padişah ve bürokratlar, devlet-i aliyye’nin içinde bulunmuş olduğu olumsuz durumun bir takım askeri düzenlemeler sonucu düzelebileceği kanaatindeydiler. Bunun sebebi ise, batı ile Osmanlı devleti arasındaki potansiyel farkının ilk olarak savaş meydanlarında alınan yenilgiler sonucu zuhur etmesiydi.
Yukarıda bahsedilenlerden hareketle, Osmanlı Devleti’nde modernleşme temayüllerinin ilk olarak orduda baş göstermiş olduğu sonucuna varılabilir. III. Selim her ne kadar reformlarını nihayete erdiremediyse de onun başlatmış olduğu bu süreç, haleflerinin gerçekleştireceği reformlara zemin hazırlaması açısından önemlidir. Batıya karşı üstünlüğün yine aynı toplumun enstrümanlarının kullanılması sonucu gerçekleşeceği düşüncesi bir diğer reformcu padişah olan II. Mahmut’un politikalarında gözlenebilecek ve askeri alanla kısıtlamış olan reformlar, devletin birçok alanında gerçekleştirilmeye çalışılacaktır.
Reformcu bir padişah olarak bilinen II. Mahmut, yeni gelişmeler karşısında, Osmanlı Devleti’nin hareket alanını daraltan sorunlara karşı köklü yenilikler gerçekleştirdi. Padişah, III. Selim’in indiren ayan, ulema ve yeniçeri unsurlarına karşı dikkatli olmalıydı. Bu sebeple hükümdarlığının ilk zamanları eyaletler üzerinde merkezi otoriteyi artırma gayretleriyle geçti. Padişah, reformlarının merkezine merkezi otoritenin sağlamlaştırmasını koyarak bu minvalde reformlar gerçekleştirdi. Kelebek etkisi misali, askeri alan ile başlayan modernizasyon, etki alanını genişleterek eğitim, ticaret, maliye, idare, ulema ve askeriye gibi bir çok alanı içerisine alan reformlar zincirini doğurmuş ve padişahın gücü imparatorluğun her alanında hissedilir olmuştu.
II. Mahmut’un, devletin tüm mekanizmalarına yaymış olduğu reform hareketinin düşüncesinin alt yapısını merkezileşmenin oluşturduğuna değinilmişti. Onun döneminde yetişen ve çeşitli diller bilen son derece donanımlı devlet adamlarının, padişahın gerçekleştirmiş olduğu reformları daha ileri götürmeleri ve merkezi otoritenin artırılması yönünde çabaları kaçınılmazdı. Bu cümleden olarak, imparatorluğun merkeze uzak eyaletlerinde yerel yöneticilere bırakılmış olan idari yapıların, merkezden atanan yöneticiler tarafından tekrar ele alınması yolunda düzenlemelere gidildi. Bunlara ek olarak bir de on dokuz ve yirminci yüzyıllarda gittikçe yayılan ve Avrupa ülkelerinin birçoğunu ham madde rekabetine dahil eden sanayi devrimi, batılı devletleri zorunlu olarak Osmanlı coğrafyasına yönlendirmişti. Padişah olma vasfına ek olarak Halifelik vasfını da elinde bulunduran Osmanlı sultanı, halifelik misyonunun gereğince İslam dünyasını dış tehditlerden korumak durumundaydı. Dolayısıyla başta İngilizler olmak üzere batılı güçlerin ilgi alanında bulunan Arap coğrafyası, yerel yöneticilerden devralınıp bizzat Halifenin emrindeki merkezden atanan idareciler tarafından yönetilmek zorundaydı. Anca makalenin asıl meselesi olan İmam Yahya örneğinde görülecektir ki, yukarıda zikredilmiş olan merkezi otoritenin sağlanması sürecinde bir takım muhalif hareketler Osmanlı devletinin işlerini zorlaştıracak ve çözüm arayışları aynı oranda sürünceme girecektir.
Osmanlı İdaresinde Yemen
Arap coğrafyasına batılı güçlerin yönelmesi 16.yüzyıla rastlar. Osmanlı devletinin büyük bir güç olarak dünya sistemine müdahale etmesi, dönemin Portekiz ve İspanya gibi önemli deniz güçlerini İslam coğrafyasına yönlendirir. Nizam-ı alem tasavvuruyla dünyaya düzen verme gayretinde bulunan Osmanlı devleti, kıyı bölgelerini tehdit eden ve büyük bir kısmına hakim olan batılı güçleri bölgeden uzaklaştırmak amacıyla genişleme politikasını güney ve doğu cihetine yönlendirir. Memlük ve Safavi iktidarlarına son verdikten sonra kıyı bölgelerinde İspanyol ve Portekiz tehlikeleri uzaklaştırılıp Arap coğrafyasında uzun soluklu bir barış süreci temin edilir. Yemen de 17 ve 18. Yüzyıllarda Arap coğrafyasına hakim olan Osmanlı barışından nasibini alan bölgelerden biriydi.
Osmanlı devletinin Yemen’e olan ilgisi Aden’e teveccühü ile başladı. Hindistan’a giden yolun Kızıldeniz’den geçmesi ve Portekizlilerin bu bölgelerde etkin olma çabaları bölgeyi önemli kılmıştı. 1538’de Kanuni Sultan Süleyman döneminde Hadım Süleyman Paşa’nın askeri seferi sonucu fethedilen Aden, Portekizlilere karşı yürütülen mücadelede üs olarak kullanılır. Yemen’in fethi tamamlandıktan sonra Aden, Yemen Beylerbeyiliğine bağlı olarak idare edilir. Portekiz tehlikesi def edilip bölgede güvenlik sağlanınca Osmanlı devleti, bölgenin yönetimini yerel yöneticilere bırakır.
Yukarıda zikredilen sürece ek olarak belirtmek gerekir ki, Kanuni döneminde gerçekleştirilen fetih hareketlerinin bir parçası olarak, Sinan Paşa’nın seferleri sırasında bölgedeki liderlerle idari mutabakat girişimlerinde bulunulduğu dikkat çeker. Ancak bu ilk fetihler dönemi sonucunda bölgeye atanan idarecilerin kötü yönetimleri sonucu bölgede Zeydi imamlar önderliğinde çeşitli isyanlar çıkmış ve zamanla idare bu imamlara terk edilmiştir. Dolayısıyla 1630’lardan Osmanlı devletinin bölgedeki hakimiyeti tekrar bilfiil üstlendiği 1872 yıllarına kadar Yemen, bölgede önemli bir güç olan imamların riyasetine terk edildi. Ancak mezkur riyasetin mahiyeti bir mutlaklık içermemekle beraber bölgenin egemenlik hakkı Osmanlı devletinde kalır.
İngiltere, Hindistan’a yerleşmesine paralel olarak önemini kavramış olduğu Aden’le ilgilenmeye başlar ve bölge şeyhlikleriyle bir takım anlaşmalar yapar. 1839 yılında Aden’i bir oldu bitti ile işgal eden İngilizler, işgalin akabinde Aden’e komşu olan Yemen’deki imamlarla ilişkiye geçip onları Osmanlı hakimiyetine karşı kışkırtma çabalarına yönelir. Bu cümleden olarak, zamanında Osmanlı idarecilerinin kötü yönetimlerine karşı bir de İngilizlerin kışkırtmaları eklenince Zeydi imamlarının isyanları önemini artırır.
İngilizlerin bölgeye olan ilgisinin artması sonucu Osmanlı idarecileri bir takım siyasi, askeri ve idari önlemler almaya başlarlar. 1872 yılında alınmaya başlayan tedbirlerin sonucunda, sorunlar yerel yöneticilerden ziyade merkezden atanan idareciler yoluyla halledilmeye çalışılır. 1873 yılında İngilizlerle müzakereler başlatıldıysa da bunlarda sonuç elde edilemez.
Taiz Sancağı’ndan İstanbul’a gelen raporlar ile İngilizlerin bölge üzerindeki emellerinin ne derece arttığını takip etmek mümkündür. Örnek olarak İngilizlerin Aden’e yerleştikten sonra Taiz’e doğru bir demir yolu yapma tasavvurunu dile getiren belgede zikredilenler durumun Osmanlı devleti açısında vahametini özetler ;Taiz sancağıyla Aden arasında vaki ve Nevahi-i Tis’a namıyla maruf olup İngiltere hükümetince öteden beri müdahale edilmekte olunan arazi dahilinde bugün hükümet-i müşarun-ileyhâ (İngiltere) canibinden bir şimendiferin inşası maksut olduğu Taiz mutasarrıflığından varid olan tahriratta iş’ar olunmuştur…
Osmanlı devleti tarafından Yemen sahillerinde güvenliği sağlamak içi gönderilen Ahmet Muhtar Paşa, isyan bayrağını kaldıran Muhammet b. Aiz ‘in icabına baktıktan sonra 1871 ‘de atanmış olduğu Yemen vali ve kumandanlığı sırasında Sana’yı da alarak devletin otoritesini bölgeye hakim kıldı. Bu dönemde Yemen bir vilayet haline getirilmeye çalışılarak çeşitli imar ve bayındırlık faaliyetlerinde bulunuldu. Aynı zamanda bölgenin kontrolünü sağlamak amacıyla askeri teşkilatlanmaya önem verildi. Uzun zaman yerel idareciler ve imamlar tarafında yönetilen Yemen vilayeti, Ahmet Muhtar Paşa’nın görevlendirilmesi sonucu merkeze bağlanarak yeni bir idari sisteme geçmiş oldu. Bu yeni durum Yemen ahalisi açısından pek de alışılagelmiş bir yönetim tarzı olarak algılanmamış olsa gerek. Halkın çoğunluğunu Zeydi mezhebine mensup olanların oluşturduğu bölge açısından İmamlık meselesi önemsenen bir olgu idi. Alışıla gelmiş bir adetten öte, halkın inanç sisteminden kaynaklanan İmamlık riyaseti, kolayca hafızalardan silinecek bir faktör değildir. Dolayısıyla Yıllarca İmamların yönetimi altında yaşamış olan Yemen halkı için, Osmanlı’nın modernleşme çabaları sonucu gerçekleştirmiş olduğu merkezileşme çabaları pek de kabul edilir bir durum arz etmiyordu. Doğal olarak, bölgede oluşan yeni durum bir takım sonuçlara gebe olacaktı. Ahmet İzzet Paşa, Feryadım ismini verdiği hatıratında bu durumu sert bir şekilde eleştirerek, Ahmet Muhtar Paşa’nın cebel bölgelerinin zaptı için görevlendirilmesini Abdulmecid döneminin fahiş bir hatası olarak adlandırıyor. Böyle bir istilanın doğuracağı sert idareden bahseden Ahmet İzzet Paşa, aynı zamanda iyi seçilmeyen memurların ihtiras, yiyicilik ve sefahatinden kaynaklanan su-i idare sonucunda, geri çekilmiş bulunan imamlara durumdan istifade etme şansının verilmiş olduğundan belirterek halkın isyana teşvik edildiğinden bahseder.
Tam da Ahmet İzzet Paşa’nın tespitlerine paralel olarak, Osmanlı yönetiminin adaletsizliklerinden yakınan Zeydiler, 1889 yılında yönetimi kendi ellerine almak maksadıyla isyan ettiler. İsyanı bastırmak üzere görevlendirilen Hicaz valisi Ahmet Feyzi Paşa Hudeyde’ye geldi ve Sana’ya girerek isyancıları dağıttı. Diğer bir isyan da 1895 yılında vuku bulmuştur. İsyana öndelik eden kişi İmam Hamidüddin’dir(Mansur olarak da bilinir, İmam Yahya’nın babasıdır). Bu isyanı bastırmak üzere Yemen’e gönderilen Hüseyin Hilmi Paşa ve askeri tabur iki yıl boyunca isyancılarla uğraşmak durumunda kalmış ve nihayetinde hareket başarıyla sonuçlanmıştır. Ancak pek tabidir ki, bu savaş Osmanlı ekonomisine ciddi zararlar vermiştir.
İmam Yahya ve İsyan
Osmanlı devletinin uzun yıllar bastırmak için uğraştığı bu önemli isyana geçmeden önce isyanın baş aktörünü tanımakta fayda vardır. İmam Yahya, 1869 yılında Sana’da doğdu. Ailesinin tek oğlu olan Yahya, annesi ve babası tarafından özel bir ilgiyle yetiştirildi. Altı yaşındayken Kuran’ı ezberleyen Yahya’nın ilk hocası babası İmam Mansur idi. İlmi açıdan yetişmesine önem verilen Yahya, döneminin önemli alimlerinde çeşitli alanlarda dersler aldı. Ders almış olduğu hocalarının bazıları; Ali b. Ali el-Yemani , Muhammed b. Abdulmelik Anesi ve Ahmed b. Rızku’s-Seyyani’dir.
İmam Mansur, Osmanlı idaresinin bölgede vücuda gelmesiyle beraber, yukarıda da değinildiği üzere yöneticilerin su-i idaresini propagandaya dönüştürerek, yol arkadaşları Muhsin e’ş-Şehâri ve Ebu Nib ile beraber Osmanlı idaresine karşı bir isyan hareketini halk arasında yaymaya başladı. Kimi zaman gizlice ve kimi zaman da aleni bir şekilde sürdürülen ihtilal propagandasına karşı Osmanlı idarecilerinin kötü idaresi ateşleyici bir etki oluyordu.
İmam Mansur, Sa’de’ye gittiğinde Osmanlı idaresine karşı gerçekleştirilen mukavemetin lideri ve zeydilerin İmamı olarak seçildi. Bu sıralarda Yahya’nın yaşı yirmiyi geçmiyordu. Sa’de’de İmam Mansur, oğlu Yahya’yı siyasi ve askeri açıdan yetiştirmek istiyordu. Bu sebepten Yahya’yı, Zû Gaylan kabilelerine göndererek bölge halkını cihada teşvik etmesiyle görevlendirdi(1891). Bu vesileyle siyasi eğitimden geçen Yahya, aynı yıl içerisinde e’ş-Şeref e’l-A’la ve Vadii’ş-Şahil’e, Osmanlılara karşı savaş içerisinde bulunan ordulara kumandan olarak görevlendirildi. Bundan başka Kıfle’ye de giden Yahya bu bölgede kale muhafazasıyla ilgilendi. Tüm bu eğitimin amacı, İmam Mansur’un arkasında güçlü bir halef bırakarak hakimiyetlerinin devam etmesiydi. ve gerçekten de babasının ölümünün ardından kendisi siyasi, askeri ve ilmi açıdan çok donanımlı bir lider olarak ortaya çıkıyordu.
İmam’ın resmi ünvanını taşıyan mührü üzerinde ‘’emirül’l müminin el-mütevekkil ala-Allahu Rabbu’l-alemin el-imam Yahya Hamidüddin’’ yazılı idi. Lakabı mütevekkil olmakla beraber Zeydiler, kendisine bağlılıklarını belli etmek için ‘’ya mütevekkila’’, diye bağrışırlardı. İmam Yahya, babasının ölümünün ardından, ulemanın çoğunun oy birliği, ayan ve şeyhlerin de desteği ile imamlığa seçildi.(1904) Hamidüddin isminin, Sultan Abdulhamid’inkine benzerliğinden dolayı, İmam, Osmanlı belgelerine şaki-i mahud, şaki-i malum gibi isimlerle kaydedilmiştir. Hatta emirü’l-müminin unvanını da kullandığı bilinir. Ancak değişen şartlar sonucunda zamanla Osmanlı belgelerinin dilinde de bir değişiklik görülecek ve isimlendirmelerde bir takım değişikliklere gidilecektir. Bu konuya ilerleye bölümlerde tekrar değinilecek.
Yukarıda bahsedildiği üzere İmam Yahya, imamlığa seçilene kadar Osmanlı idaresine karşı beslenen olumsuz hislerin gölgesi altında yetişti. Babasından devraldığı isyan bayrağını, hedeflemiş oldukları istiklali elde edinceye kadar indirmeme konusunda kararlı bir kişiliği vardı. İmamlık görevine başladığı aynı yıl isyan hareketlerine hız veren Yahya’nın, Kıfle taraflarında bir ordu topladığı, dönemin Yemen Valisi Tevfik Biren’in hatıratında zikredilir. Sana’nın merkezinde bulunan vilayet merkezinin çevresinin mütemerrid kabilelerle çevrili olduğundan yakınan Biren, buna mukabil ordunun dağınık bulunduğunu ve eski silahlarla mücehhez olduğunu söyler. Gün geçtikçe eşkıyanın artmakta olduğunu ve İmamın, aşar ve sair vergilerin hükümete verilmemesini halka emrettiğini belirterek toplanan eşkıyanın Sana ve Taiz’e doğru hareket etme temayülünde olduğunu belirtir. Eşkıyaların zamanla Sana telgraf hatlarını tahrip ettikleri ve Sana-Taiz yolunu kestikleri ve muhasara çemberinin gittikçe daraldığı Biren tarafından zikredilir. Ancak tüm bunlara rağmen hükümet tarafından gönderilecek yardım gecikmekte ve durum Osmanlı devleti aleyhine gelişmekteydi. Buradaki askeri birliğin yetersiz kalması sonucunda Medine’den bir askeri birlik yardıma gönderilmiş ve kesilen yol tekrardan ulaşıma açılmıştır. Ancak bu askeri tabur oldukça gecikmiş ve mütemerrid güçler oldukça ilerlemişti. Muhasara çemberi içinde kalan Osmanlı kuvvetlerinin durumu o kadar kötüleşmiş ve erzak o kadar azalmıştı ki artık deve eti yenilmeye başlanmıştı. Ancak nihayet Ahmet Hikmet Paşa kumandasında bir askeri birlik imdada yetişmiş ve Şehrin muhasara hattını yarıp Sana’ya girmiştir. Askeri yardımın yetişmesi sonucunda zor duruma düşen İmam Yahya uzlaşmayı talep ettiyse de Osmanlı idaresi tarafında kabul görmedi. Ancak 1905 yılında isyanın şiddetlenmesi sonucunda Sana’da açlık had safhaya ulaşmış ve Ali Rıza Paşa komutasında yeni bir ordu gönderilmiştir. Ancak İmam kuvvetlerinin şiddetli akınları ve Osmanlı askerlerinin teçhizat ve erzak açısından içinde bulunduğu kötü durum savaşın sürdürülmesini zorlaştırmıştı. Dolayısıyla Sana’nın müdafaası imkansız görülmüş ve İmam ile muhabereye başlanılması kararı alınmıştı. Yapılan müzakereler sonucunda Sana’nın tahliyesine karar verilmiştir.
Uğranılan mağlubiyetin ardından merkezden acil tedbirler alındı ve bu minvalde 40. Hamidiye Süvari Alayı Yemen’e sevk edildi ve Ahmed Feyzi Paşa bölgeye vali olarak atandı. Paşa’nın 15 Temmuz-1 Eylül 1905 tarihleri arasında yürüttüğü harekat sonucunda Taiz’deki kuvvetlerin de desteğiyle Sana’ya girdi ve isyan halindeki kabile reislerini etkisiz hale getirdi. Bu başarılı hareketi yaymak isteyen Paşa, Hacce ve Zafir taraflarını da zapt ettikten sonra İmamı tamamen sindirmek için, onun asıl bölgesi olan Şehhare’yi kuşattı. Şehhare bölgesi ulaşımı oldukça zor olan bir yerdi. Bununla beraber, Şehhare’yi tazyik ederkeni etrafı sarılan Paşa, Sana’da vekil olarak bıraktığı Ahmet İzzet Paşa’nın göndermiş olduğu takviye kuvvetler sonucunda kurtulabilmişti.
Yemen’de bundan sonrası, karşılıklı saldırılar ve müzakere atılımlarına sahne olmuştur. Merkeze gelen raporlarda, İmam Yahya’nın Kasımî ile ittifak ettiği, eşkıyaları topladığı, Amran civarında 400-500 kişinin toplanıp şaki-i mahudun ol civarda isyan bildirgeleri dağıttığı haberleri gelmekteydi. Ancak tüm bu şartlara rağmen payitahtın istekleri pek ağırdı. Bölgeye İngiltere ve sonrasında İtalya’nın ilgisinin yönelmesi bir takım fedakarlıkları gerektirmekteydi. Lakin sultan, İmamın kendi emri altında olması, adına hutbe okutması ve Osmanlı sancağının imamlık merkezi olan Sa’de’de açılması gibi şartlar bulunmaktaydı.Bunlara ek olarak, Sultan Abdulhamit, 1906 senesinde Yemen’e bir heyet gönderdi. Gönderilen heyet, bölgeden seçilecek kırk kişiyi İstanbul’a götürmeye memur idiler. Bu teşebbüsteki amaç, sorunu müzakereler yoluyla çözmek ve Osmanlı nüfuzunu bölgede yaymak olarak okunabilir. Ancak sultanın bu gayreti istediği neticeyi doğurmadı ve heyet Yemen’e geri döndü.
1909 yılında İmam’ın tekrar harekete geçeceği haberleri dolaşmaktaydı. Bu hassad dönemde, İmam Yahya meselesine ek olarak bir de Asir kazasında Şeyh İdrisi isyanı patlak vermişti. Mahmud Nedim Bey, İdrisi’nin İtalyanlardan yardım aldığı iddiasında bulunur. Ancak şu gerçektir ki bu iki isyan, Osmanlı devletinin bölgedeki mevcudiyeti açısından büyük felaketlere sebep olabilir ve batılı güçler için geniş alanlar açılabilirdi. Osmanlı belgelerine bakıldığında ise aynı iddianın zikredildiği görülür. İmam Yahya ile Şeyh İdrisî arasında bir ittifak oluştuğu, bu ittifak ile beraber Beni Hamziyye civarını karargah ittihaz ettikleri ve bunlara bazı bölgelerden silah sevkiyatı yapıldığı (batılı güçler tarafından) ifade edilir.
Osmanlı devleti bu kritik durumda İdrisi ile iyi geçinme yolunu tercih etti ve uzlaşma sağlanmaya çalışıldı. İmam Yahya meselesiyle ilgili de merkezde ıslahat lahiyaları ve çeşitli önlemler düşünülüyordu. Mahmud Nedim Paşa’nın işaret ettiği ve Yemen’de yapılması gerekenlerle ilgili hazırlamış oldukları layiha heyet-i vükelaya gönderildi. Layihanın baş tarafında belirtildiği üzere , hükümetin talebi ile İmam Yahya İstanbul’a, anlaşma şartlarını görüşmek için bir heyet göndermişti. Bu heyette İmam’ın kayınbiraderi Şeyh Sadül Şarki ve akrabalarından Seyid Mehmet Şami’den oluşmaktaydı. Ayasofya’da Meclisi mebusan binasında Yemen komisyonu oluşturuldu. Ancak tam bu müzakerat sırasında 31 Mart vakıası meydana geldi ve heyet bu duruma çok şaşırdı. Yıllarca mücadele ve müzakere ile uğraşmış oldukları otoriter padişah artık yoktu. Dolayısıyla görüşmeler bitti ve heyet, İmam Yahya’nın hanımlarına padişah tarafından hediye edilen birkaç parçalık hediyeye hamilen ve Şerif Mehmed bin Abdullah ile İmamzade Şerif Abdullah bin Hüseyin el-Mütevekkil efendilerin himayesinde Yemen’e doğru avdet etti.
İstanbul’da ıslahat çalışmaları ve müzakereler yeni hükümetle beraber de devam etmekteyken, İmam Yahya’nın, 1911 yılında büyük bir isyanın girişimlerine başladığı ve Cebel-i Hıraz’a yöneldiği. Burası Sana’ya ulaşım açısından bir üs hüviyeti taşımaktaydı. Dolayısıyla imam üzerine gerçekleştirilecek harekat önem arz etmekteydi. Bu amaçla Ahmet İzzet Paşa, Yemen meselesini çözmek üzere geniş yetkilerle, 28 Şubat 1911 yılında, Hamidiye kruvazörüyle bölgeye gönderildi.Paşa, Hudeyde’den itibaren Sana’ya doğru hareket etmiş, harp ederek Sana’ya girmiş ve orada mahsur ola Osmanlı memurlarını kurtarmıştı. Ancak daha ileri gidip imamla çarpışmak İzzet Paşa’ya pek mantıklı gelmiyordu. Bu sebeple İmam ile bir itilafnameyi maslahata uygun görmüş ve bu durumu Bab-ı Âli’ye sunmuştur. Bab-ı Âli ise bu teklifi kabul etmiştir.
Bu sıralarda İmam Yahya ile Ahmet İzzet Paşa arasında haberleşme devam ediyor ve anlaşma zemini oluşturulmaya çalışılıyordu. Bu anlaşmaya iki tarafın imza atabilmesi için bir araya gelinmesi gerekiyor lakin iki taraf da bölgelerinden çıkmıyordu. Buna çözüm olarak orta yerde, 2800 metre yüksekliğinde bulunan Dean köyünde bir araya gelindi. Çeşitli müzakerelerin sonucunda 12’si açık ve 5 tanesi de gizli olmak üzere 17 maddelik Dean anlaşması üzerinde mutabakat sağlandı.(11 Ekim 1911) Ancak Osmanlı belgelerinden de takip edileceği üzere anlaşmanın asıl kabulü daha sonra gerçekleşecek ve bu arada bazı maddeler üzerinde fedakarlık yapılarak uzlaşma yoluna gidilecektir. Anlaşmanın kabulü sırasında Yemen’in dağlık kısmının İmam Yahya’ya bırakılması meselesi tartışma konusunu oluşturmaktaydı. Bununla beraber İmam Yahya’ya anlaşma sırasında verilecek unvan da söz konusu tartışmalara dahildi. Daha önce bahsedildiği üzere şaki-i mahud ve şaki-i merkum olarak belgelerde zikredilen İmam, müzakerelerin başlamasıyla beraber İmam Yahya hazretleri olarak anılmaya başlar. Bu bağlamda denilebilir ki; İmam’ın kullanmış olduğu unvanlar Osmanlı devleti açısından onun hakimiyetinin tanınması anlamına geliyordu. Hakimiyet alanı ve İmam’a verilecek unvanlar konusunda bir takım fedakarlıklar yapılması muhakkaktı. Merkezle yazışmalara da yansıdığı üzere anlaşmanın uzaması caiz değildi ve bir an evvel mutabakat sağlanmalıydı. Bu bağlamda unvan meselesiyle ilgili de merkez tarafından önemli kararlar alınmış ve İmam hazretlerine; emir, imam, seyyid, şeyh, şeyhu’l meşayih, şehhare emini, ve zeydi imamı gibi unvanların verilebileceği belirtilmiştir.Unvan meselesinden de anlaşılacağı üzere, dünya sisteminin girmiş olduğu bu hassa sürecin farkında olan Osmanlı devlet adamları Yemen meselesinde, geleneksel söylemlerinin aksine hareket ederek hakimiyet telakkilerinde zaruri değişikliklere gitmek zorunda kalacaktır. Şii mezhebinin bir kolu olan Zeydilik, Osmanlı devletince tanınmak zorunda kalınarak bölgedeki hakimiyetleri hukuki statü kazanacaktır.
Bu süreçte dış güçler tarafından destek gören bir takım mahalli idareler oluştuğu ve karışıklığın ciddiyetini artırdığı göze çarpar. İdrisî’nin isyanı da bir diğer sıkıntıyı oluşturmakta ve Mekke Şerifi aracılığıyla üzerine gidilmekteydi. İmam ile karalaştırılma aşamasında olan Dean anlaşması ile, İdrisî’nin de gücünün kırılması hedefleniyordu. Tüm bunların yanında eli kulağında olan I. Cihan harbine yönelik dünya güçlerinin kutuplaşmaları söz konusuydu. Dolayısıyla merkez açısından uzak bölgelerdeki isyanların durdurulması büyük önem arz etmekteydi. İşte tüm bu sayılan olumsuzlukların ardından üzerinde mutabakat sağlanılan Dean anlaşması büyük önem arz eder. Bu anlaşmaya göre Sana dahil Zeydilerin yaşadığı dağlık bölgeler yönetimi İmam Yahya hazretlerine bırakılacak, ancak kendisine yabancı devletlerle anlaşma yapma hakkı tanınmayacaktır. İmam, emirü’l müminin olma iddiasını terk edecek ve gizli maddelerde geçtiği üzere kendisine her yıl 20.000 Osmanlı altın lirası ita olunacaktı.
SONUÇ
Osmanlı devletinin II. Mahmut’tan itibaren hız kazana merkezileşme çabalarının bir sonucu olarak Yemen’de vücuda getirilen Osmanlı idaresi, yukarıda tarihi süreci anlatıldığı üzere, modernleşme sürecinin bir parçasını teşkil etmekteydi. Bir yandan askeriye ve bürokraside modernleşme çabaları sürerken, diğer yandan da gittikçe yayılma hızını artıran emperyalist faaliyetler ve bu faaliyetler sonucu o hedefteki bölgelere ithal edilen milliyetçilik fikirleri sonucu oluşan isyan hareketlerinin önüne geçmek isteyen Osmanlı devleti, uzak eyaletlerde idareyi bilfiil üstlenme girişimlerinde bulunuyordu. Bu bağlamda Yemen’de oluşturulan idarenin, devlet-i aliyye’ye istediği çözümü sağmadığı görülür. Bunların amilleri arasında su-i idareden bahsedilmekle beraber, bölgeyi tanımayan idarecilerin görevlendirilmesi ve merkezin de bölge hakkında derinlemesine malumat sahibi olmayışı sayılabilir. Nitekim merkezi idare fikri, uzun yıllar İmamların riyasetinde yaşamış ve bunu dini inançlarıyla sürdürmüş bir halk açısından kolayca sindirilebilecek bir durum değildi. Tüm bu olumsuz şartların sonucu gerçekleşen isyanların Osmanlı devletine bilançosu oldukça ağır olmuştur. Sonuç olarak ilk zamanlar verilebilecek olan muhtariyet, ödenen ağır bedellerin sonucunda İmam Yahya ve Zeydilere terk edilmek zorunda kalınmıştır. Bu sürecin devamında da görüldüğü üzere İmam Yahya Osmanlı devletine bağlılık bildirmiş ve harb-i umumi sırasında devlet-i aliyye’ye birçok yardımı olmuştu.
Hüseyin AYDIN
Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü
KAYNAKÇA
Arşiv kaynakları
- BOA, Y.MTV, 192/149
- BOA, Y.MTV, (1322 H.) 287/62
- BOA, Y.A. HUS, 304/135
- BOA, DH.MUİ, 1-8/23
- BOA, DH.MUİ, 1-10/4 (1326 H.)
- BOA, BEO, (12/Ş/1327), 3624/271934
- BOA, MV, (1329 H.), 158/3
- BOA, BEO, (1329 H.), 3905/292831
- BOA, MV, 153/50
- BOA,BEO. 4710/353194
Bibliyografya;
- Abdulkerim b. Ahmed Muhtar, Siretü’l- İmam Muhammed b. Yahya Hamidüddin/Kuteybetü’l –Hikme min Sireti İmami’l-Ümme, c.1, Dâru’l-Beşir, Amman 1998.
- Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, Nehir Yay.,İstanbul 1992.
- AKYILDIZ,Ali, Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme,İletişim Yay., İstanbul 2004.
- AKYILDIZ,A.,- KURŞUN,Z., Osmanlı Arap Coğrafyası ve Avrupa Emperyalizmi, İletişim Yay.,
- BİREN,Tevfik, II. Abdulhamid, Meşrutiyer ve Mütareke Hatıraları, c.1, Haz.Fatma Rezan Hürmen, Pınar Yay., İstanbul 2006.
- BOSTAN,İdris, ‘’Yemen’’, c.43, 406-412, İstanbul 2013.
- W.L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi, Agora Kitaplığı, İstanbul 2008
- EHİLOĞLU,Zeki, Yemen’de Türkler,Kitabevi Yay., İstanbul 2001.
- Fuad Abdülvehhab Ali eş-Şami , Alâkatü’l- Osmaniyyin bi’l İmam Yahya fi Vilayeti’l –Yemen1322-1337 H./ 1904-1918 M.,c.1, Merkezü’r-Raid li’d-Dirasat ve’l Buhus, San’a 2014.
- Mahmud Nedim Bey, Arabistan’da Bir Ömür, der. Ali BİRİNCİ, İsis Yay., İstanbul 2001.
- ÖKE,M,K.,-KAHRAMAN,L., Milli Mücadele Dönemi’nde Yemen-Türkiye İlişkileri, Arba Yay., İstanbul 1997.
- YEŞİLTURT,Yahya, Yemen, BKY Yay., İstanbul 2011
Meraba bilgileriniz beğendim benim de Bitirme tezim yemen iç savaşı ile ilgili fakat modern yemen tarihini tümden almak istiyorum gelişimi açısından bana önerebiliceğiniz kitap ve ya makaleler var mı ?