İstikrarlı bir biçimde artmaya devam eden ortalama yaşam süresi toplumlarımızı derinden etkiliyor. Peki, bu türden bir değişime hazır mıyız?
Son iki yüzyıldır durmadan insanın ortalama yaşam süresinin uzaması kuşkusuz iyi bir haber. Ancak çok eşitsiz. Ortalama yaşam süresinin uzaması olayı, yeni doğan bebeklerin ve annelerin ölüm oranını azaltıp, toplumun sağlık ve eğitim masraflarını karşılayan kişileri de yeteri kadar yaşatarak, daha önceki nesillerin emekli maaşlarının ve gelecek nesillerin eğitim masraflarının bu çalışan nesil tarafından finanse edilmesini sağlıyor.
Ortalama yaşam süresinin uzaması olayı görünüşe göre istikrarlı bir biçimde devam edecek. Bu olayın toplumlarımızın yapısını değiştirecek etkileri olacak ve biz, henüz bu değişikliklerin tüm hatlarını net olarak göremiyoruz.
Öncelikle yaşa olan yaklaşımlarımız değişecek. 19. yüzyılda 30 yaşındaki bir kadın yaşlı olarak kabul edilirken ve bu kadının artık her türlü duygusal ilişkiden uzak durması gerekirken, bugün duygusal ilişkilere bir zaman sınırlaması kalmıyor. Bununla birlikte çok yakında torunlar ve torunların çocukları ile yaşamak da mümkün hale geliyor.
Feda Edilen Bir Gençlik mi?
İfade edilenlerden başka, daha muallâk olan bazı boyutları da yakında göz önüne almak gerekecek. Öncelikle, emeklilik yaşının uzamasından ötürü, emekliliğin ödenebilmesi için, çalışan sınıfın daha fazla çalışması gerekecek. Bununla birlikte daha uzun süre yaşayan kişi, normal koşullarda çocuklarına vasiyet ile bırakacağı mal ve parayı bu sefer tüketmek zorunda kalacak. Böylece, ortalama yaşam süresinin uzaması bir açıdan “miras üzerine konan bir vergi” görevi görecek ve günümüzde de zaten bu görevi üstlenmekte. Bu durumda gençlerin konut ve işyeri alması da zorlaşacak (ve şu an da zorlaşmakta).
Daha geniş açıdan bakıldığında, toplumun geneli için, ortalama yaşam süresinin uzaması değer sistemini ve sosyal düzeni farklı bir biçimde düşünmemize neden olacak.
Politik açıdan bakıldığında güç, sayısal olarak daha fazla olan yaşlıların elinde olacak. Yaşlıların enflasyona ilgisi olmayacağından, genç nüfusun kredi çekebilme kapasiteleri de azalacak. Öte yandan, daha yaşlı olanlar ayrıcalıklarını ve pozisyonlarını kaybetmek istemeyeceklerinden, gençlere çalışabilmek için daha az yer kalacak. Bu durumda gençler ya şirket kurma yoluna gidecekler, ya başka ülkelere göç edecekler, ya da umutsuzluğa sürüklenecekler. Ekonomik açıdan bakıldığında ise, yaşça daha büyük olanlar, üretilen mal ve hizmetlerin öncelikle kendi ihtiyaçlarını karşılamalarını isteyecekler: Sağlık, konaklamanın yeniden düzenlenmesi, ulaşım, eğlence, v.b.
Engellere Dikkat
Askerî açıdan bakıldığında, ortalama yaşam süresinin uzaması, zengin ulusların saldırı kapasitelerini azaltacak. Halkları en uzun süre yaşayacak olan bu devletlerde insanların yaşlandıkça kendini feda etme eğilimi azalacağından, zaten halklarının gözünde canlı askerin değeri (modern araç ve silahlara oranla) daha düşük olan söz konusu devletler, yalnızca uzaktan savaş yapabilme yolunu seçebilecekler (ki şu an da bu durum böyle).
Söz konusu evrimin en önemli kısma değinmek gerekirse; değerlerimizi değiştirmemiz gerekecek. Öncelikle, ergenlik döneminin 30 yaşına, gençlik döneminin ise 40 yaşına kadar ilerlediği kabul edilmek zorunda kalınacak. Bununla birlikte 70 yaşına kadar çalışıp çocuk sahibi olmak ve 90 yaşına kadar aktif bir emeklilik hayatı yaşamak normal bir şey olarak karşılanacak.
Şu anda bu duruma alışkın olmaya çok uzağız. Eğer kendimizi bu duruma alıştırmazsak, gücü 50 yıllık süre için elinde tutacak olanlar ile elinde hiçbir olanağı olmayacak olanlar arasında bir çatışma yaşanacak. Güzel semtlerimizden, banliyölerimizden ve Sahel’den gelecek olanlar, üzücü bir biçimde kendini “ölene kadar genç” ilân eden bu yaşlı dünyasını yerle bir edecekler.
Bu yazı, Jacques Attali’nin “slate.fr” sitesindeki “A qui profitera la vie?” başlıklı yazısından çevrilmiştir.