Türk siyasal hayatında en önemli konulardan birini asker-sivil ilişkisi ve askerin Türk siyasal sistemindeki yeri oluşturmaktadır. Ordunun hemen her 10 yılda bir gerçekleştirdiği darbeler dolayısıyla siyasal sistemin temel belirleyicisi konumunda olduğu söylenebilir. Türk ordusunun siyasal sisteme etkisini yeni bir olguymuş gibi sunmak, durumun doğru analiz edilmesini engeller. Her ne kadar yeni kurulmuş olan Cumhuriyet, Osmanlı Devleti ile olan bütün bağını inkâr etme yoluna gitse ve yine her ne kadar Osmanlı devlet ve yönetim yapısını eleştirse de, uygulamada Osmanlı’nın bir devamı niteliğinde olduğu görülmektedir. Her şeyden önce bürokratik yapı ve zihniyet olarak Osmanlı’nın mirasını devam ettirmektedir.[1]
Osmanlı’da merkezin bir ölçüde askeri yapıya sahip olduğu söylenebilir. Osmanlı’yı güçlü kılan, askeri denetleyip harekete geçirebilmesiydi. Yönetici seçkinler ile toplumun geri kalanı arasındaki ayrımın askeri terminoloji ile ifade edildiği görülmektedir. Bu yönetici sınıfı meydana getirenlerin oluşturduğu sınıf “askeri” ya da “askeri sınıf” olarak isimlendirilmişti.[2]
Askerin siyasete müdahalesi yeni bir olgu değildir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de askerin müdahalesi ile siyaset yapısında değişikliklerin yapıldığı görülmektedir. Askerin iradesiyle sultanlar, sadrazamlar ve birçok üst düzey görevli makamlarını kaybetmiş, bazen de canlarından olmuşlardır.[3] Askerin müdahalesi siyasal sistemi değiştirmeye dönük olmamıştır. Fakat askerin baskısı sonucunda siyasal sistemin değişmesine II. Meşrutiyet’te tanık olunmaktadır. Sultan II. Abdülhamit askerin baskısı ile Kanun-i Esasi’yi yürürlüğe koydu ve böylece anayasal bir yönetime geçilmiş oldu. İttihat ve Terakki döneminde (1909-1918) ordu aşırı derecede siyasete karışmıştır.[4]
Batı’da modernleşmenin itici gücünü endüstrileşme oluşturmaktaydı. Osmanlı’da ise toplumu modernleştirme rolünü askeri ve sivil bürokrasi üstlenmişti. Burada özellikle eğitim sisteminde yapılan büyük değişikliklerin önemli payı vardı.[5]
İttihat ve Terakki Cemiyeti ya da İttihat ve Terakki Fırkası Osmanlı İmparatorluğu‘nda İkinci Meşrutiyet‘in ilânına önayak olup, 1908-1918 yılları arasında kısa kesintilerle devlet yönetimine egemen olan; ideoloji olarak Türkçülüğü benimseyip, 1889 yılında kurulmuş bir siyasal cemiyettir. Başlangıçta devletin anayasal bir düzene kavuşmasını amaçlayan gizli bir dernek olarak kurulan örgüt; anayasanın kabul edilip II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra iktidarı denetleyen bir siyası parti (İttihat ve Terakki Fırkası) halini almış; 1912’de ise iktidar partisi olmuştur. Üyeleri “İttihatçılar” olarak anılır. “İttihat ve Terakki”, bir siyasi örgütün olduğu kadar bir devrin ve bir kuşağın da adı olarak düşünülür. İttihatçılar, kendinden önce gelen Genç Osmanlılar kuşağının devamıdır; kendilerinden “Jön Türkler” diye de bahsedilir.[6] Kısaca kuruluş ve amaçlarını açıkladıktan sonra vesayet sistemiyle olan ilişkisinden bahsedebiliriz. Türkiye her ne kadar inkar ediyor olsa da İttihat ve Terakki’den etkilenen bir idari – siyasi sisteme sahiptir. Bu sistem de siyasal otoritenin zayıflayıp yok olmaması için otoritenin devamını sağlayabilmek amacıyla orduyu memnun etme amacına dayanmaktadır.
Türkiye siyasetinde vesayetin Osmanlı son döneminde İttihat ve Terakki ile birlikte ortaya çıktığı söylenebilir. Cumhuriyetin kuruluşuna kadar ülke İttihat ve Terakki Cemiyeti vesayeti altındadır. Cumhuriyetle birlikte tek parti vesayeti başlar ki bu da 1946’ya kadar sürer. 1946 yılından itibaren meşru bir biçimde seçilmiş siyasal iktidarın bulunmasına rağmen Türkiye siyasetinde vesayetin ortadan kalktığını söylemek güçtür. Esas kırılma noktasını ise 27 Mayıs darbesi teşkil eder. Darbe sonrasında ortaya çıkan anayasa ile birlikte vesayet kurumsallaştırılmış, somut kurumlar eliyle organize edilmeye başlanmıştır. 1982 anayasası ile de varlığını pekiştirmiştir.[7] Darbeler sonrasında vesayetin kurumsallaştırılmasına ilerideki konu başlıklarında değinileceği için şimdilik İttihat ve Terakki Cemiyeti konusundan çıkmamakta fayda var.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1908 sonrası egemen konumu sadece Meclis’teki üstünlüklerinden ileri gelmiyordu. Bu egemen konum ve güç konsolidasyonunun ön ve arka çeperlerinde ordu ile karşılıklı hayati bağlar bulunuyordu. 31 Mart olayı esasında bu bağın ne derece hayati olduğunun en büyük göstergelerinden biriydi. Zira Meclis’te siyasi üstünlüğe sahip İttihatçıların yükselen muhalefet karşısında geri çekilmesi ve sırtını orduya dayayarak bu badireyi atlatması siyasal ya da herhangi bir toplumsal ayaklanma karşısındaki tek yıkılmaz ve fethedilmez kalenin ordu ve subay sınıfı olduğunun adeta karinesi oldu.[8] Açıklamaya çalıştığım vesayet sistemi İttihat ve Terakki’den beri sürmeye devam etmektedir.
Prof. Dr. Doğu Ergil’e göre, toplumsal gruplar arasında konsensüsün sağlanmaması durumunda siyasetin eninde sonunda devlet üzerinden toplumu denetleyecektir. Ergil’in bir konuşmasında söylediklerine göre; “Bir irade sorgulanamazsa, denetlenemezse mutlaklaşır. Mutlaklaşan her şey sonunda kutsallaşır. Dikkat edin mesela 1981 Anayasası bir darbe anayasasıdır. Devleti yani vesayet kurumunu kutsal olarak tanımlamıştır. 1981 Anayasasında devlet kutsaldır. Sadece ve sadece 1985’de değişmiştir ne olarak değişmiştir biliyor musunuz; yüce Türk devleti diye. Devlet ne kutsaldır ne yücedir. Arkadaşlar devlet bir hizmet kurumudur. Devlet üzerinden vesayet kurulabilir, kurulmuştur ve vasi değişmesine rağmen vesayet ilişkisi değişmemiştir. Çünkü vesayet üç şeyi sağlar birey ile vasi arasında. Korunmak, kollanmak ve tedarik yani desteklenmek korunan kişi kendi iradesinden vaz geçer tabi, edilgen ve sürü olur. Kollanan kişi imtiyaz ister.”[9] Türkiye zaten İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin darbe ile iktidarı ele geçirdiklerinden beri vesayet sistemi altında kalmıştır.
Vesayetçi devlet ve hareketlerin üç ortak özelliği bulunmaktadır. Kendilerine özgü bir bilgi kuramı geliştirirler. Sahip oldukları bilgilerin hakikatin kendisi olduğuna, onlardan başka hiç kimsenin gerçeklerin farkında olmadıklarına, dolayısıyla hereksin onlara teslim olması gerektiğine inanırlar. Güçleri yetse, gücü ele geçirseler, liderleri için koruma kanunları çıkarırlar; Atatürk’ü Koruma Kanunun çıkartıldığı gibi. Tekelci ve tekilci oldukları için çatışmacıdırlar.[10]
Türkiye’de siyaset üzerindeki askerî vesayetin tarihi Osmanlı’ya kadar uzansa da, esas itibariyle ittihat ve terakki zihniyeti olarak cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte kurumsallaşmaya başlar. Dolayısıyla TSK’nin siyaset ve demokrasi üzerindeki vesayetini 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbe faaliyetlerinden ibaret saymak yanlıştır. Sayısız bildiri ve muhtıralarla hükümetleri ve siyasi partileri demokrasi adına yönlendirmesi ise başka bir garabet örneğidir. Gerçek olan şu ki, TSK’nin baskı altına almadığı, yönlendirmediği, tehdit etmediği hiçbir iktidar olmamıştır. TSK’nin müdahalesi dönemsel veya komuta kademesinin kişisel tutumu ile ilgili de değildir. Devletin sahibi olarak konumlanmış bir kurum ve zihniyet olarak bunu bir hak ve vazife olarak görmüştür.[11] 27 Mayıs Darbesinden itibaren asker siyasette etkili olmaya başlamıştır. Hatta bu dönemden itibaren askerin örtülü iktidarından söz edilebilir. Asker adeta bir siyasal parti gibi hareket etmeye başlamıştır. Bu tarihten itibaren TSK’nin sürekli olarak siyasal iktidara ortak olduğunu ve hatta egemen olduğunu söylemek de mümkündür.[12]
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin vesayet sisteminin oluşumundaki rolünü anlatırken değinilmesi gereken çok önemli iki alt başlık bulunmaktadır. Bunlardan birisi 31 Mart Vakası, diğeriyse Bab-ı Ali Baskını konularıdır.
Süleyman UZ
[1] Abdulvahap Akıncı, Türkiye’de Askeri Vesayetin Tesisi ve Demokratikleşmeye Olan Etkisi, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 1, 2013
[2] Metin Heper, Türkiye’de Devlet, Demokrasi Geleneği ve Silahlı Kuvvetler, der. Davut Dursun; Hamza Al, Türkiye’de Yönetim Geleneği, İlke Yayıncılık, İstanbul, 1998
[3] Davut Dursun, Türk Demokrasisinde Kurumsallaşma Sorunu ve Krizleri Çözme Yöntemi Olarak Askeri Darbeler, Muhafazakâr Düşünce, Yıl 1, Sayı 3, Kış, 2005, s.175-196
[4] Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, Çev. Nalân Soyarık, Doğu Batı Yayınları, 2006
[5] Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay, Türkiye’de Siyaset: Süreklilik ve Değişim içinde, Der Yayınları, İstanbul
[6] http://tr.wikipedia.org/wiki/İttihat_ve_Terakki, Erişim: 30.11.2014
[7] http://www.magrib.org/turkiyede-siyaset-ve-vesayet/, Erişim: 25.11.2014
[8] http://serbestiyet.com/Yazarlar/jon-turklerden-kenan-evrene-askeri-vesayet-131996, Erişim: 30.11.2014
[9] http://www.haberler.com/siyaset-ve-vesayet-iliskisi-panelde-masaya-7099174-haberi/, Erişim: 31.11.2014
[10] http://www.ufkumuz.com/oz-elestiri-zamani-7654yy.htm, Erişim: 31.11.2014
[11] http://www.gencinsesi.com/kose-yazisi/45/askeri-vesayet-bitti-mi.html, Erişim: 31.11.2014
[12] Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, 3. Baskı, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2004