Türkiye’de bankacılık sektörünün geçmişi 19. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Son yıllarda bankacılık sektörü Türk finans sektöründe öncü bir role sahip olmuş ve Türkiye ekonomisinin finansal liberalizasyonuna yönelik yapısal değişikliklere katkıda bulunarak önemli bir gelişme göstermiştir.
1980’li yıllarda başlayan mali liberalizasyon sürecinde faiz oranları ve döviz kurlarındaki sınırlamaların kalkması da yapısal değişikliklerin hızlı bir şekilde yerleşmesinde önemli rol oynamıştır.
1990’lı yıllardaki gelişmeler bankacılık sektörünün mali bünyesinin önemli ölçüde bozulmasına neden olmuş, bankalar uzun süre çok yüksek riskli bir ortamda çalışmışlardır. Hızla artan kamu kesimi borçlanma gereği ve bütçenin finansmanında kamu bankaları kaynaklarının kullanılması bu süreci hızlandırmıştır.
2000’li yıllara gelindiğinde bankacılık sektörü çok ciddi risklere maruz kalmış, bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması, bankaların mali bünye sorunlarının çözülmesi kaçınılmaz bir hale gelmiştir. Bu amaçla Bankalar Kanunu’nda radikal değişiklikler yapılmış, bankaların faaliyetlerinin düzenlenmesine ve denetimine yeni bir yaklaşım getirilmiştir. Yeniden yapılanma ve uluslararası piyasalarla bütünleşme çabalarına paralel olarak Türk bankaları da kurumsal yapılarında, sundukları hizmet ve ürün kalitesinde önemli değişiklikler gerçekleştirmişlerdir.
1838 Tanzimat Dönemi başlarına kadar geçen dönemde Osmanlı Devleti’nde bankacılık faaliyetlerine rastlanmamaktadır. Gerçek anlamda ilk banka Tanzimat’ın ilanından sonra 1847’de İstanbul Bankası adıyla kurulmuştur.
Osmanlı Devleti’nde modern anlamdaki ilk ticaret ve mevduat bankası İngiliz sermayesi tarafından 1856’da kurulan Osmanlı Bankası’dır. Söz konusu bu banka ülkemizde kurulan ilk emisyon bankasıdır.
Osmanlı Devleti’nde kurulmuş olan ilk ulusal sermayeli banka ise “Memleket Sandıkları”dır. İlk tarımsal kredi sandığı özelliği taşıyan bu kurum, 1861 yılında Mithat Paşa tarafından kurulmuştur. 1868 yılında yine Mithat Paşa tarafından tasarruf toplama amacıyla “Emniyet Sandığı” kurulmuş olup, bir süre sonra her iki banka da 1888 yılında yine Mithat Paşa tarafından kurulan Ziraat Bankası ile birleştirilmiştir. 1916 yılında yasayla kurulmuş bir kamu kurumu niteliği kazanan Ziraat Bankası Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet dönemine geçen ve günümüze kadar gelen en köklü kuruluşlardan birisidir.
1908 yılından sonra gelişmeye başlayan Ulusal Bankacılık, özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra hız kazanmıştır. Cumhuriyet öncesi dönemde yabancı bankaların Türk bankacılık sistemine egemen oldukları ve “borçlanma bankacılığı” adı verilen çarpık bir bankacılık sisteminin var olduğu söylenebilir.
Cumhuriyet döneminde ulusal sanayi ve bankacılığın geliştirilmesi çabaları ön plâna çıkmıştır. Bu amaçla toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde önemli kararlar alınmıştır. Bu kararlar sonrasında ilk kurulan banka Türkiye İş Bankası (1924) olmuştur. Cumhuriyet dönemindeki ilk büyük özel sektör bankası olan Türkiye İş Bankası, ülkenin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak amacıyla, gerek sanayi ve ticaret sektörlerine kredi vermek, gerekse sanayi ve ticaret girişimlerinde bulunmak görevlerini üstlenmiştir. Bu dönemde faaliyete geçen diğer bir banka ise 1930 yılında kurulan TC. Merkez Bankası’dır. TC. Merkez Bankası anonim şirket statüsünde kurulmuş olup, 1931 yılında çalışmaya başlamıştır. Bu gelişmelere ek olarak 1923-1933 yılları arasında çok sayıda yerel bankanın kurulmuş olduğu ve bu dönemde yerel bankacılığın önemli bir gelişme gösterdiği görülmektedir. Bu yerel bankaların bir çoğu 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin olumsuz etkileri ve ülkemizde şube bankacılığının gelişip yaygınlaşması üzerinde faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmışlardır.
1929 krizi Türkiye ekonomisini de olumsuz yönde etkilemiş, ekonomik yaşamda devletçilik ön plâna çıkmıştır. 1930’lu yıllar Türkiye’de özel amaçlı devlet bankalarının kurulmaya başlandığı bir dönem olmuştur. Bu gelişmede 1934 yılında yürürlüğe giren Birinci Beş Yıllık Sanayi Plânı’nın büyük etkisi olmuştur. Bu gelişme “devlet eliyle sanayileşme” politikasının bankacılık sektörüne de yansıması şeklinde değerlendirilebilir. 1940-1945 İkinci Dünya Savaşı yılları ise tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik daralmaya neden olduğundan dolayı, bankacılık sektörü de bu gelişmelerden olumsuz yönde etkilenmiştir. Bu dönemde Türkiye ekonomisinde 1930’lu yıllarda izlenen kapalı, korumacı ekonomi politikalarının yerini daha liberal ve özel sektörü destekleyen dışa açık politikaların almış olması bankacılık sektörünü de olumlu yönde etkilemiştir.
Savaş sonrası ekonominin canlanmaya başlamasıyla birlikte 1950’li yıllar özel sektör banka sayısında hızlı bir artışın yaşandığı dönemi yansıtmaktadır. Bu dönemde dış kredilerin ve ihracat gelirlerinin artması, 1954 yılında Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası’nın yürürlüğe girmesi ile ekonomide hızlı bir büyümenin sağlanması ve ülkede tasarrufların giderek artması görülmektedir. Bu dönemde şube bankacılığı da önemli bir gelişme göstermiştir.
Aynı dönem içerisinde yasal açıdan iki önemli gelişme meydana gelmiştir. Bunlardan ilki 1958 tarih ve 7129 sayılı Bankalar Yasası’nın kabulü ve ikincisi ise yine aynı yıl Türkiye Bankalar Birliği’nin kurulmasıdır. 1950’li yılların sonlarında Türkiye ekonomisinin yaşadığı bunalım ve durgunluk çok sayıda bankanın kapanmasına neden olmuştur.
Türkiye ekonomisinin 1960’lı yıllarda plânlı döneme girmesiyle birlikte, Türk bankacılık sektörü de 1960-1980 döneminde, söz konusu beş yıllık kalkınma plânları ve yıllık programlarda belirtilen ilkelere uygun yapıda gelişmiştir. Bu dönemin öne çıkan özellikleri uzman bankalara, kalkınma ve yatırım bankalarına önem verilmesi, ticarî bankaların kurulmasına ise kısıtlama getirilmiş olmasıdır.
1970’li yıllarda holdingleşmenin hız kazandığı, buna paralel olarak holding bankacılığının geliştiği görülmektedir. Bu dönemde ithal ikameci tipi sanayileşme stratejisinin benimsenmesi buna paralel olarak finansman anlayışını da etkilemiştir. Ticarî bankacılık alanında uygulanan politikalar sektöre girişleri engellemiş, böylece mevcut oligopolcü yapı güçlenmiştir. Bu sırada mevcut bölgesel bankaların çoğu kapanmış, çok sayıda küçük banka yerine az sayıda çok şubeli büyük banka kurulmasına yönelik bir eğilim ortaya çıkmıştır.
1970’li yılarda yaşanan petrol krizi sonrasında Türkiye ekonomisi bir darboğaz içine girmiştir. Döviz krizi eşliğinde yüksek oranlı enflasyon ile karşı karşıya kalınmış, bu nedenle 24 Ocak 1980’de bir istikrar ve değişim programı uygulamaya konmuştur. Uluslararası banka ve finans sistemi ile bütünleşme sürecine girilmiştir. Yapısal değişime yönelik politikalar hayata geçirilmiştir.
Finansal liberalleşmeye dönük ilk uygulama “Temmuz Bankacılığı” olarak bilinen ve 1 Temmuz 1980 yılında faiz oranlarının serbest bırakılarak, pozitif reel faiz uygulamasına geçilmesi ve bankaların mevduat sertifikası çıkarmalarına izin verilmesiyle birlikte mevduat ve kredi faizleri hızla yükselmeye başlamıştır.
Aynı dönemde banker kuruluşlarının hızla artmasıyla bankalar önce bankerlerle daha sonra da kendi aralarında fon toplama yarışına girmişlerdir. Bu rekabet faiz yükseltme yoluyla yürütülmüş olup, rekabetin artması ürün sayısının ve hizmet kalitesinin yükselmesine neden olmuş, ileri teknoloji kullanımı hızlanmıştır. 1982 yılında “Bankerler Krizi” olarak adlandırılan olay gerçekleşmiştir.
1980 yılı sonrasında bankacılık sektöründe dışa açılma eğilimi ortaya çıkmıştır. Böylece ticaret bankası, yatırım bankası ve şube düzeyinde bir çok yabancı banka faaliyete geçtiği ve Türk bankaları ile ortaklık kurduğu gibi, Türk bankaları da yurt dışında şube açma, banka kurma gibi yollarla örgütlenmişlerdir.
1980’li yılların bir başka önemli gelişmesi ise Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) bünyesinde “interbank” piyasalarının oluşturulmasıdır. Böylece bankaların kısa vadeli likidite ihtiyaçlarının karşılanmasında ve likidite fazlasının değerlendirilmesinde çok büyük kolaylık sağlanmıştır. Ekonominin likidite dengesini kurmada da çok yararlı olmuştur.
1982 yılında Sermaye Piyasası Kurulu’nun oluşturularak Sermaye Piyasası Kanunu’nun yenilenmesi, 1985 yılında devlet iç borçlanma senetlerinin ihale yoluyla satışına başlanması, 1986 yılında bankaların para piyasasının oluşturulması, yerleşik kişilere döviz tutma ve döviz tevdiat hesabı açma izninin verilmesi, 1987 yılında Merkez Bankası’nın açık piyasa işlemlerini başlatması, 1988 yılında efektif ve döviz piyasaları ile 1989 yılında altın piyasalarının kurulması bu alandaki önemli olan gelişmeler olarak karşımıza çıkmaktadır.