20.6 C
İstanbul
Pazar, Eylül 24, 2023

Türk Mitolojisinde Ölüm, Sonsuzluk Arzusu ve Mezarlar: Trabzon Örneği

Özet

Ölüm insan hayatını şekillendiren en önemli unsurlardan biridir. Ölümle beraber, ona karşın zıt bir mana içeren ölümsüzlük arzusu da birçok insanının zihnini meşgul etmiştir. Eski toplumların işlemiş oldukları görsel, yazınsal veya sözsel eserlerde bu arzunun varlığı görülmektedir. Eski Türk toplumlarında da bu arzunun varlığı, günümüze değin ulaşan eserlerden anlaşılmaktadır. Ancak ölümsüzlük arzusunun nedenleri hala bir belirginlik kazanmış değildir. Diğer bir yönden bu arzu arkaik insanları etkilerken, günümüz insanını da etkilemektedir. Bu araştırmada çağdaş Türk insanının ölüm ve ölümsüzlükle ilgili zihinsel düşüncesinin, hayata nasıl yansıdığına dair incelemeler yapılmıştır.

Mit

Mit insanla beraber var olan anlatılardır. Bu anlatıyı masaldan ya da efsaneden ayıran belli başlı unsurlar vardır. Eliade’nin (2016:17) özellikle her “mitin bir yaratılışın hikayesi olduğu” savı, miti diğer anlatı türlerinden ayıran en önemli unsurların başında gelmektedir. Bu durumun önemli bir sebebi olarak insanın “başlangıç ve son” merakı öngörülebilir. Çünkü varlığının farkında olan ilk insanlar nereden geldiğini ve neden burada (yeryüzünde) olduğunu sorgulamıştır. Bu sorgulayış ilkin sözlü olmakla beraber, yazıyla da günümüze değin ulaşmıştır. Bu uzun arayış sürecinin temel gayesi var oluşu anlamlandırmaktır. Bu işlevi ilkin mitler yerine getirirken daha sonra din ve bilim mitolojinin bu işlevini üstlenmiştir. Gayesi var oluşu anlamak olan mitlerin, Eliade’nin dediği gibi en önemli özelliğinin bir yaratılışın hikayesi olması tesadüf değildir.

Mitin yukarıda anlatılan özelliğine karşın, belli başlı işlevleride vardır. Campbell (2016: 14,16) bu işlevleri dörde ayırır. İlk işlev olarak ürpertici ve bağlanan giz olarak (mysterium tremendum et fascinans) “uyanan bilincin” (insan) evreni tanıması, ikinci olarak insanın evreni tanımak için bütüncül bir imge geliştirmesi, üçüncü olarak ahlaki bir düzeni savunması ve son olarak ise bireyin kendisiyle (mikrokozmos), kültürüyle (mekrokozmoz), evrenle (makrokozmos) uyum içerisinde olmasını belirtir. Bu işlevlerin kökeninde yaratılışın izlerini sürmek mümkündür. 

Mitsel anlatılar uzun yıllar süre gelen bir birikimin eseridir. Bu anlatılar diğer bir yandan dinsel kökenli anlatılarla iç içe geçmiştir. Uzun soluklu bir devinim geçiren mitlerin insan belleğinde hala diri kaldığını görmek mümkündür. Günümüzün dünyasında birçok mitsel öğenin birbirinden farklı alanlarda yeniden hayat bulması ve bunların bireye bir şeyleri hatırlatması bilinçdışının mitolojik öğelere karşın hala aşina kaldığını göstermektedir.

Mitin Simgesel Bir Boyut Kazanması

Mitolojik anlatılar, insanın dünyayı anlama ve anlamlandırma evresinde canlı cansız neredeyse bütün varlıklara belirli imgeler yükler. Bu imgenin kökeninde mitin yer aldığını görmek mümkündür. İmgelerin sembolleştirildiği nesneler bazı zaman gök cisimleri olurken (ay, güneş, yıldız) bazı zaman insanlar (oğuz kağan gibi) olmaktadır. İmgeyi sembolleştirme gayreti, insanın nesneyi daha iyi anlamak adına yaptığı bir eylemdir. Bu eylem günümüzde de tekrar edilmektedir. Arabaların marka amblemlerinde, devletlerin bayrak formlarında, sinema karakterlerinde ve hatta uzaya gönderilen uyduların isimlerinde bu sembolleştirme fiili karşımıza çıkmaktadır. Bu bazen ticari bir kazanç amacıyla bazen ise eskimeyen düşünceyi yeni formlarla canlandırma amacından ileri gelmektedir. Gerçekliği simge boyutunda arayan insanın, bu kavrayış biçiminin hiç eskimediğini söylemek yanlış olmasa gerektir. İnsan sadece somut nesnelere anlamlar yüklememektedir. Ölüm gibi soyut olgularda insan zihnini meşgul eden ve imge boyutunda kendine has bir yer edinen önemli bir olaydır. Ölüm birçok insanın zihninde ölümsüzlük arzusunu uyandırır. Ancak ölümsüzlük duygusuna hatta arzusuna bütün insanlığın kendiliğinden a priori sahip olduğunu söylemek mümkün değildir (Eliade, 1992:14). Diğer bir yandan bu olgunun mutlak olarak inşa edildiği de söylenemez. Çünkü bu inşa sürecini açıklayan veriler sınırlıdır. Ancak mitolojik kaynaklar, ölümsüzlük arzusu hakkında önemli ipuçları sunmaktadır.

Ebedi Dönüş Miti

Arkaik toplumların neredeyse tamamı ölümden sonra dirilişe ve ebedi bir yaşamın olacağına inanmıştır. Bu arzunun oluş nedeni bir önceki bölümde Eliade’nin de zikrettiği gibi tümüyle a priori bir bilgi değildir. Bu arzunun nedenleri arasında temelde iki farklı yaklaşım vardır. Biri geleneksel, bütün kültürlerde sezilen yeryüzündeki devri daimdir. Diğeri ise modern sonlu zamanın, zaman dışı iki sonsuz parça arasında görülmesidir (Eliade, 2017: 122). Yalnız bu iki farklı yaklaşım, insanın ölümsüzlük arzusunu ya da yeniden doğuş mitini açıklamakta son derece sınırlıdır. İnsanın düşünsel evreninde, kozmosun düzeni belli bir yere kadar etki yapmıştır. Ancak tam anlamıyla kozmosun insanı biçimlendirdiğini iddia etmek mümkün değildir. Koç (2002:121) ise ölümsüzlük arzusunun, ölümümü kabullenememekten kaynaklandığını iddia eder. Hatta ona göre, bireyin ölüme kendini en yakın hissettiği anlar, ebedilik duygusunun da en yoğun yaşandığı anlardır. Bu nedenle “ölümü kabullenme ve ölümsüzlük arzusu”, çift kutuplu olup tek merkezlidir. Ölümsüzlük diğer bir yandan hem zamansal olarak hem de ebediyete göçüş olarak iki farklı biçimde ele alınmaktadır (Yazoğlu, 2004: 289). İlkinde ruhun bedenden ayrılmasıyla oluşan süreç belirtilirken, diğerinde ise ebedi bir hayatın başlangıcından söz edilir. Dini anlatılarda ise bu ölümsüzlük arzusu ahiret inancı ile pekiştirilmektedir.

 Modern insanında bu arzudan yoksun olmadığı bir gerçektir. Sanatta ve edebiyatta ölümsüzlük mitosunu görmek mümkündür. Bu arzunun varlık nedeni dinsel anlatılarda oldukça nettir. Ancak psikolojik açıdan hala tam bir çözümleme sağlanmış değildir. Ölümsüzlük arzusu ya da ruhun başka bir dünyaya gidişi genelde mezarların kurgulanış sürecinde işlenmekte ve bu sayede tespit edilebilmektedir. Cansız bedenin toprağın altına gömülmesi, yakılarak kül haline getirilmesi başlıca yapılan ritler arasındadır. Ayrıca ölen kişilerin ardından yakılan ağıtlar ve dağıtılan yemekler yine belli başlı ebedi dönüşün bu dünyadaki yansımalarına örnektir. Türklerde de ebedi dönüş olgusu sürekli olagelmiştir. Bu arzu beraberinde hem toplumun geleneklerini hem de inanç yapılarını derinden etkilemiştir.

Ebedi dönüş miti yalnızca soyut olarak işlenmemiştir. Birtakım doğal unsurlara da bu misyon yüklenmiştir. Hatta kimi bitkiler, “yaşam otu”, hayat ağacı olarak adlandırılırken kimi zamanda ölümsüzlük misyonu farklı toplumlarda form değiştirerek; mantar, elma, asma ve benzer bitkilerin bir getirisi olan bal olarak karşılık bulmuştur (Kılıç ve Eser, 2017:150). Bu bitkilerin ya da meyvelerin rastgele seçilmediği bir gerçektir. Örneğin bir bitkinin yaz kız yeşil kalması ya da bir meyvenin ilk yaratılıştan kaynaklı doğumla ilişkilendirilmesi seçimin başlıca nedenleri arasındadır. Bu unsurların seçimi halkın motifsel beğeni tarzını da şekillendirmiştir. Özellikle elmanın Türklerde çok önemli bir yeri vardır. Çocuk sahibi olmada, evlilikte, bade içmede, cenaze törenlerinde, dini törenlerde, halk hekimliğinde, gençleştirme ve güzelleşmede, kuvvet kazanmada, dil öğrenmede ve ölümsüz ilacı olarak elmaya Türkler tarafından anlamlar yüklendiği görülmektedir (Şimşek, 2008). Elmanın bu denli kutsal sayılmasında yaratılıştaki ilk meyvenin Türkler tarafından elma olarak algılanması söylenebilir.

Türk Mitolojisinde Ölüm ve Ölümsüzlük

Diğer birçok millette olduğu gibi Türklerde de ahiret inancı hem İslamdan önce hem de İslamdan sonra sürekli var olagelmiştir. Türkler ölümü, ruh veya canı ifade eden “tın”ın bedenden çıkması biçiminde anlamışlardır (Ersoy, 2002:87). Bu biçim farklı Türk boylarında değişik formlara bürünmektedir. Türkler öteki dünyayı(ahireti) bu dünyanın zıttı mahiyetinde telakki ederlerdi. Bu sebeple ölülere ilişkin törenler güneş battıktan sonra yapılırdı (Çoruh,2002: 122). Yaşanılan dünyada güneş batmışken, ataların dünyasında gündüz yeni başlardı. Bu dikotominin temel nedeni Türklerin dünyayı algılayış biçimleriyle ilgilidir.

Farklı Türk boylarının ölüm hakkında farklı inanışlara sahip oluğu bilinmektedir. Ancak Eski Türklerde ortak bir ahiret inancından söz edilebilir. Sibirya Türkleri ölüm için canlı ve cansız alemler içerisinde bir fark gözetmezken ölümün bir yokluk olmadığına da inanmışlardır. Altay Türkleri de ölen kişinin bedenini ölüm meleğine benzer kötü ruhlar tarafından alındığına inanırlardı ve bu ölüm olayından sonra ağıtlar yakar vücutlarından yaralar açarlardı (Beydili, 2005:454-456). Bazı Türk boylarında ölümden sonra herkesin dirilmeyeceği ve Türk savaşçıların öldürdükleri kişiler tarafından hizmet göreceklerine inanırlardı.

Türk mitolojisinde ölümle ilgili en önemli ipuçlarını mezarlar göstermektedir. Çünkü mezarların hazırlanış biçimi ebedi dönüş arzusunu en iyi şekilde yansıtan göstergelerdir. Türklerde ölü uğurlama merasimlerinde, cesedi yakma ve toprağa gömme gibi adetlerin dışında farklı geleneklerde mevcuttu. Ancak toprağa gömme geleneği baskın çıkmıştır. Bazı Türk boylarında ölünün bedeni anne karnındaki çocuğun pozisyonuna benzer olarak gömülürdü. Nitekim bu da yeniden doğuşu simgeleyen önemli unsurlardan biriydi. Genel olarak Türk mitolojisine bakıldığında ölümden sonra diriliş inancının hâkim olduğunu görmek mümkündür.

Çağdaş Türk İnsanının Ölüm ve Ölümsüzlük Anlayışı

Eski Türklerde yer alan ahiret inancı İslam ile daha da pekiştirilmiştir. Günümüz insanının ölüm ve ölümsüzlük arasındaki bağıntısını çözmek için yine mezarların oluşum biçimlerine bakmak faydalı olacaktır. Türkiye’de mezarların çoğunluğu şehir ile iç içe geçmiştir. Nadiren de olsa şehrin dışında mezarlara rastlanmaktadır. Çoğu mezarın ya yanı başında ya da mezarlığın içerisinde bir camiye yer verildiği görülmektedir. Cami ile mezarlığın bütünleşmesi bir rastlantı değildir. Doğrudan cennet ve cehennem inancının bir tezahürüdür. Batı toplumlarında ise mezarlıkların daha periferik bir alanda konumlandırıldığı gözlenmektedir. Diğer bir yandan ölünün ardından devam ettirilen ritüeller eskiden olduğu gibi aynen sürdürülmektedir. Ölünün kırkı çıkması, ilk üç gün yakın akrabaların taziye yerinde kalması gibi geleneklere Türk insanının hala sıkı sıkıya bağlı olduğu görülmektedir. Bu nedenle Türk insanı ölümü dışlamak yerine ona kucak açmıştır. Bu duruma karşın ne kadar kederlenilse de yine de ölülerin nereye gittiklerinden emindirler. Sibirya Türkleri gibi Anadolu halkı da yokluğa inanmamaktadır.

Resim 1: Trabzon, Üniversite Mahallesi Mezarlığı. 

Ölenin ardından dağıtılan yemekler ile bayramlarda yapılan mezar ziyaretleri Anadolu insanının ölümlü ile olan münasebetini gözler önüne koymaktadır. Ölümsüzlük arzusunun ise birçok insanda var olduğu gibi Türk insanında da var olduğu hem yapılan ritüellerden hem de yazılı materyallerden anlaşılmaktadır. Bu arzunun varlık sebebi tam olarak keşfedilmese de onun insan hayatını oldukça etkilediği gözlenmektedir.

Sonuç

Ölümün Anadolu insanınca kanıksandığı söylenebilir. Ayrıca Batı tarzı periferik mezarlıklar yerine daha çok insanların rahatça ulaşabileceği ve şehrin içine karışmış mezarlıkları görmek mümkündür. Mezarlıklar ile camilerin rastlantısal olmayacak boyutta yan yana gelmesi önemli bir bulgudur. Her iki unsurun çağrıştırdığı mana ahiret inancı ile ilgilidir. Ölünün ardından düzenlenen belirli etkinliklerde hala devam ettirilmektedir. Bu nedenle Anadolu halkının toplumsal hafızasında ölümsüzlük arzusunun yer edindiği söylenebilir. Çünkü bütün bu etkinlikler asıl hayata hazırlıktan başka bir şey değildir.

Kaynakça

Beydili, Celal (2005), Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük, (Çev. Eren Ercan), 1. Baskı, Yurt, Ankara.

Campbell, Joseph (2003), Yaratıcı Mitoloji Tanrının Maskesi, (Çev. Kudret Emiroğlu), 2. Baskı, İmge, Ankara.

Eliade, Mircea (2017), Ebedi Dönüş Miti, (Çev. Ayşe Meral), 1. Baskı, Dergâh, İstanbul.

Eliade, Mircea (2016), Mitlerin Özellikleri, (Çev. Sema Rifat), 1. Basım, Alfa, İstanbul.

Eliade, Mircea (1992), İmgeler Simgeler, (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), 1.Baskı, Gece, Ankara.

Ersoy, Ruhi (2002), “Türklerde Ölüm ve Ölü ile İlgili Rit ve Ritüeller”, Milli Folklor, 54(1), 86-101, Erişim Tarihi (18.12.2018), www.millifolklor.com/PdfViewer.aspx?Sayi=54&Sayfa=83.

Çoruhlu, Yaşar (2002), “Türk Mitolojisinin Anahatları”, Kabalcı Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul.

Kılıç, Yusuf ve Eser, Elvan (2017), “Eskiçağ Toplumlarının Mitolojisinde Ölümsüzlük Arayışı (Ölümsüzlük Sembolü Olarak Bazı Bitki, Su ve Hayvanlar)”, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, 4(13), 122-156.

Koç, Mustafa (2002), “Ölüm Psikolojisi I”, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, 8(2), 117-146.

Şimşek, Esma (2008), “Ölümsüzlük İlacı Elma”, Turkish Studies, 3(5), 193-204.

Yazoğlu, Ruhattin (2004), “Ölümsüzlük İnancının Dayandığı Temeller”, Marifet, 4(2), 289-294.

SON YAZILAR
İLGİLİ HABERLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.