Giriş
Tanzimat Fermanı ya da Gülhane Hatt-ı Hümayunu, 3 Kasım 1839’da Sultan Abdülmecid zamanında, Sadrazam Mustafa Reşit Paşa tarafından hazırlanarak Topkapı Sarayının Gülhane Bahçesinde okunup ilan edilen modernleşme ve yenileşme amacını taşıyan belgedir. Bu bağlamda; Osmanlı Devleti askeri güç bakımından eski gücüne sahip değildi bu nedenle sorunlarını bu yolla çözemez hale gelmişti. Diplomasi III. Selim ve sonra II. Mahmut tarafından önemi vurgulanan, bu yönde çalışmaların yapıldığı ve devletin varlığını devam ettirmede önemli bir araç haline geldi ve Tanzimat Döneminde diplomasi de tanzim edilecekler arasında önemli bir yer teşkil etti.
“Tanzimat Dönemi(1839-1876), Osmanlı Devleti’ndeki diplomatik faaliyetler bakımından önemli özellikleri olan bir zaman kesitidir. Osmanlı Devleti bu dönemde sorunların çözümünde diplomasiyi ön plana çıkardı, bunda da geniş ölçüde başarılı oldu. Bir yandan Hariciye Nezareti başarılı bir örgüt kimliğine kavuştu, yabancı ülkelerdeki Osmanlı elçileri verimli çalışmalar yaptılar; diğer yandan İstanbul’daki elçilerle çağdaş düzeyde ilişkiler kuruldu. Böylelikle Tanzimat Dönemi boyunca İstanbul Avrupa diplomasisinin vazgeçilmez odak noktalarından birisi haline geldi. Yabancı ülkelerde ikamet elçiliklerinin kurulması, Reisülküttablık makamının Hariciye Nezareti’ne çevrilerek etkin bir şekilde örgütlenişi ve dönemin uluslararası dengeleri bu dönemdeki bu başarıdaki önemli unsurlar oldular.”[[1]]
Tanzimat Fermanı Öncesi Osmanlı Diplomasisi
“Osmanlı devleti güçlü bir devlet olduğu ve toprak bütünlüğü ile egemenliği Avrupa tarafından tehdit edilmediği sürece, tek- yanlı diplomasi, bu devletin gücünün ve üstünlüğünün bir göstergesi ve temel dayanağı olmuştu.”[[2]]
Osmanlı devleti ile Avrupa devletleri arasındaki diplomatik ilişkilerde eşitsizlik hakimdi. Uluslararası hukukun genel ilkeleri ve nezaket kuralları Osmanlı için geçerli değildi. Fakat bu tek yanlı diplomasi anlayışı Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminde fayda sağlamadığı ve gerilemeye hizmet ettiği anlaşılmıştı. Çünkü diğer Avrupa devletleri sürekli diplomasiyi uyguluyor ve elçileri vasıtasıyla ulusal çıkarlarını koruyor, birbirleri hakkında bilgiler topluyor ve iletişimi sağlıyordu.
“18. yüzyılda Osmanlı devletinin Avrupa devletleriyle ilişkilerinde bir “silah” olarak savaşın yerini diplomasinin aldığını görülüyor. Osmanlılar artık Avrupa’daki rollerinin savunma olduğunu ve bunun içinde müttefiklere ihtiyaçları bulunduğunu anlamışlardır. Bu gelişmelerin sonucu ise, Avrupa ülkelerinin geleneklerine uygun olarak, İstanbul’da sürekli diplomasi siteminin kurulmasıdır.”[[3]] Çünkü askeri ve teknik açıdan geride kalmış, fetihlerin yapılamaması ve kaybedilen topraklar ve savaşlar maliyeyi derinden sarsmıştı ayrıca Batı güçlüydü ve teknik açıdan üstündü. Dolayısıyla III. Selim (1789-1807), 1792 yılında Nizam-ı Cedit ıslahatlarını uygulanmaya konuldu ve sürekli diplomasiyi ilk deneyen padişah oldu. 1793 yılında Osmanlı diplomasisi karşılıklı ya da sürekli diplomasi yöntemiyle tanışmış oldu. III. Selim reformcu bir padişahtı. Özellikle belli alanlarda reform yapmadan devletin ayakta duramayacağını anlamıştı. Ayrıca Batı’yı dikkatle inceleyen, onu yakından tanımak isteyen ve örnek alan bir padişah olarak özellikle Fransa’ ya karşı bir yakınlık duymaktaydı. Fakat Fransa’da o tarihlerde Fransız Devrimi olmuştu ve iktidara yeni bir rejim gelmişti ve diğer devletler tarafından tanınmamış hatta tanınmak istenmemişti. Monarşilere karşı bir rejimdi. Osmanlı bu rejimi tanımayı göze alamadı. Bu yüzden ilk sürekli elçilik İngiltere’de kuruldu. Londra’ya atanan ilk sürekli elçi Yusuf Agah Efendi idi. Çevirmen olarak ve daha sonra elçilik görevi dahi verilen yabancı dili bilen Fenerli Rumlar’ dan ve diğer azınlıklardan yararlanıldı. Daha sonra Paris, Viyana ve Berlin’de elçilik kuruldu.
“ Bu olay, aynı zamanda, reisülküttaplığın önem kazanması sonucunu doğurmuştur. Bu kuruluş içinde yetişen ve çalışan elit yavaş yavaş etkisini artıracaktır. Bunlar, imparatorluğun yalnız dış ilişkilerinde sorumluluk almakla kalmamış, aynı zamanda yeni diplomatik role uyum sağlama yoluyla kazanılan Batıcı kültürel eğilimin sonucu olarak, devletin içişlerinde de modernleşmesinin öncüsü olmuştur.”[[4]] Fakat iç ve dış sorunlar bu reformları ve uygulamaları ciddi bir biçimde aksattı. Yeni öğelerin eski öğelerle beraber yürürlükte olması çatışma çıkarması, sürekli diplomasi sistemini yürütecek işletecek bir örgütten yoksun olması, yabancı dil bilmeyen kişilerin diplomasi alanında yer alması, gayri Müslim tercümanların kuşkulu icraatleri, Osmanlı’nın modern anlamda üzerinden gideceği bir dış politikasının olmayışı, mali zorluklar bütün bunlar Osmanlı diplomasisi açısından kötüydü. Ayrıca büyük devletlerin Osmanlı’nın çıkarlarına karşı hareket etmesi ilk sürekli diplomasinin olumsuz etkilenmesine neden olmuştu.
“Daha sonra III.Selim’in düşmesinden sonra reform hareketleri tüm yönleriyle kesintiye uğradığında, yazışma sisteminin gelişebileceği ufuklar da daraldı ve diplomatik ve konsüler sistem bozuldu. 1811 yılından sonra yukarıda sözü edilen büyükelçilik merkezleri maslahatgüzarlık düzeyine indirildi. 1821 yılındaki Yunan isyanıyla birlikte diplomatik hizmet belirli bir süre askıya alındı. Konsolosluk hizmeti ise 18. Yüzyıldaki gayri resmi havasına büründü.”[[5]]
“Nizam- Cedit döneminin en önemli diplomasi stratejilerinden birisi de Avrupa devletleri arasında çıkan ihtilaflarda tarafsızlık(neutrality) politikası izlenmesidir. Zira III. Selim başlattığı ıslahatların aksatılmadan sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ve uygulanması için her şeyden çok barışa ihtiyacı vardı. Bundan dolayı kendisine yönelik bir saldırı ve tehlikeli gelişme olmadıkça herhangi bir savaşa katılmaya düşünmeyi bile aklına getirmemekteydi. Ancak bu tarafsızlık politikası Napolyon komutasındaki Fransızlar’ ın Temmuz 1798’de Mısır’ı işgal etmesi ile sona ermiştir. Ancak ilerleyen zamanlarda barış ortamı yakalandıkça bu politika sürdürülmüştür.”[[6]]
II.Mahmut(1808- 1839) göreve geldiğinde devlette birçok sorun vardı. Yeniçeriler disiplinden uzak, askeri reformları reddeden, merkezi otoriteye karşı hareket eden bir orduydu. Ayrıca bazı vilayetlerdeki valiler kendi başına hareket ediyordu, isyanlar çıkarıyorlardı ve kendi hakimiyetlerini yaratmak istiyorlardı. Sırbistan, Yunanistan gibi eyaletlerde isyanlar yaşanıyordu. Eski usullerle devletin her alanında var olan alanların artık yönetilemeyeceği açıktı. Bütün bunlar II. Mahmut döneminde üst seviyeye çıkmıştı. Bu nedenle II. Mahmut merkezi otoriteyi güçlendirme ve reform çalışmalarına ömrünün sonuna kadar devam etti.
“1826 yılında Padişah II.Mahmut Yeniçeriler’i tümüyle ortadan kaldırdı. Asakir-i Mansure-i Muhammediye adlı yeni bir Osmanlı ordusu oluşturdu.”[[7]]
Tüm reformlarda laik bir anlayışın hakim olduğunu eğitim, bürokrasi alanında bulabiliriz. Çünkü II. Mahmut merkezi otoritesi güçlü, modern, Batı uygarlığına yakın laik ve liberal tarzda yeni bir Osmanlı yaratmak amacındaydı. Diplomasi de bunlardan biriydi.
“II.Mahmut döneminde, diplomasi, devleti kurtarabilecek tek ve son koz halini almıştı. Bir hanedan değiştirme provası olarak sayılabilecek Mehmet Ali isyanı, Osmanlı Devleti açısından diplomasiyi bir ölüm- yaşam sorununa dönüştürmüştü. Mehmet Ali İsyanı’nın tek başına üstesinden gelemeyeceğini anlayan Osmanlılar, büyük güçlerle olan ilişkilerinde diplomasi yöntemini büyük bir hünerle kullanarak, hem Osmanlı Devleti’nin varlığını sürdürmesini sağlamışlar hem de Avrupa Topluluğu’na kabul edilmeyi başarmışlardı. 1834 yılından itibaren II. Mahmut, III. Selim döneminde başlatılmış, ancak, bir süre sonra son verilmiş olan uygulamayı yeniden başlatarak, Avrupa’nın başlıca başkentlerinde sürekli Osmanlı elçiliklerini kurmuştu. Diplomatların yabancı dil bilme gereğine inanan Mahmut, 1833 yılında Tercüme Odası’nı kurdurarak, burada Müslümanlar’ın yabancı dil öğrenmelerine olanak sağlamıştı. II. Mahmut döneminden sonra Osmanlı elçiliklerinin kadrolarını Fenerli Rumlar yerine,büyük ölçüde Müslüman Osmanlılar oluşturmuş ve diplomasi mesleğinin üst makamları giderek Müslüman olmayanlara kapanmaya başlamıştı.”[[8]]
Artık Osmanlılar’ da diplomatlar yabancı dil bilen, iyi yetişmiş kişilerden oluşmaya başladı. II.Mahmut 1836 ‘da Reisülküttaplığı Hariciye Nazırlığına yani dış işleri bakanlığına getirdi. Sonuç olarak:
“ Gerek III. Selim ve gerekse II.Mahmut dönemlerinde devletin belli alanlarda reformlar yapmadan ayakta duramayacağı anlaşılmış, bazı yenilik hareketlerine girişilmişti. Ancak devletin tüm kişi ve kuruluşlarıyla çağdaş bir düzene hazır olduğu düşünülemezdi. Modern devlet anlayışına en yatkın olanlar Tercüme Odası gibi kurumlardan yetişerek Batı hakkında fikir sahibi olan bürokratlardı. Bu bürokratlar daha sonraları başta Hariciye olmak üzere devletin yüksek kadrolarında yer alarak ülkenin kaderinde söz sahibi oldular.”[[9]]
Tanzimat
“1839 yılına gelindiğinde, Osmanlı Devleti artık kendi gücüyle kendini koruyamaz hale gelmişti ve bu nedenle, güç dengesi politikasından yaralanma gereksinmesini duymaya başlamıştı.”[[10]] Ayrıca iç düzeni de Batı tarzı bir düzenle güçlendirmeye çalışarak kalenin içten fethedilmesini engellemeye çalışıyordu. Bu nedenle modern bir devlet yaratma, varlığını sürdürme amacını isteyen bir imparatorluğun fermanı olan Tanzimat Fermanı ile birlikte artık padişahın eliyle yenileşme anlayışı yerine devletin yenileşmeyi ve modernleşmeyi genel bir politika olarak benimsediği, her tarafta uygulanmaya başlandığı ve modern Türkiye Cumhuriyeti’nin alt yapısını oluşturduğu bilinen bir gerçek olmuştur.
I.Mahmut’un son vasiyeti olarak de bilinen Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839’da; II. Mahmut öldüğünde dış işleri bakanı olan, Paris ve Londra’da elçilik yapmış, daha sonra sadrazamlıkta yapacak olan, reformcu olarak bilinen Mustafa Reşid Paşa tarafından hazırlanarak Sultan Abdülmecit’ in ve devlet erkanının hazır bulunduğu bir törenle Gülhane’ de okundu ve ilan edildi. “ Tanzimat Fermanı(Gülhane Hatt-ı Hümayunu): devletin yapısında önemli bir değişiklik getirmemekle birlikte, can ve mal güvenliği gibi bazı haklar tanımış, vergi, eğitim, askerlik ve edebiyat konusunda sınırlı da olsa yenilikler ortaya çıkarmıştır. Bu reformların görünürde amacı, Hıristiyan grupların artan ulusçu duygularının yatıştırılması ve varlıklı kesimlerin mal ve mülklerinin hukuki koruma altına alınmasıydı”[[11]]. Tabi bu ferman içeriği ile ortaya koymaktadır ki hem iç dinamiklerle gelişmiş hem de İngiltere ile yapılan 1838 Balta Limanı Antlaşması bu fermanı şekillendiren unsurlar olmuştu. Özellikle İngiltere’nin çıkarları ile bu maddeler arasındaki ilişkilerde görünür. Mehmet Ali Paşa isyanında kendisine yardım eden ve ileride de yardımına muhtaç İngiltere’ye hoş görünmek isteyen Osmanlı İngilizler’ in çıkarlarını savunan bu sözleşmeyi kabul etmek zorundaydı. Güç dengesi politikası nedeniyle İngiltere ve Fransa; Rusya’nın Hünkar İskelesi antlaşmasıyla beraber İngiltere karşısında güçlü olmak için ittifak kurduğu Avusturya’ya karşı Osmanlı İmparatorluğu’nu koruyacaklardı. Bu iki devlet Akdeniz’deki çıkarları nedeniyle güçlü bir Osmanlı istedikleri için Tanzimat rejimini desteklediler.
“Tanzimat bürokratlarının yıldızı Mustafa Reşid Paşa(1800-1858)idi. O ve yetiştirdiği Mehmet Emin Ali Paşa(1815-1871), Keçecizade Mehmed Fuad Paşa(1815-1869) gibi bürokratlar Tanzimat Dönemi boyunca Saray karşısında Babıali’nin egemenliğini sağlayarak devleti diplomatik yaklaşımla ayakta tutmayı başardılar.”[[12]] Çünkü bu isimler II. Mahmut döneminde yapılan Tercüme Odası ve Hariciye Nazırlığı ile birlikte güçlenen sivil bürokrasi içindeydi ve II. Mahmut’tan sonra göreve gelen Abdülmecit Sultan da II. Mahmut’a sempati duyan bir bakış açısına sahipti fakat tüm iradeyi kendi elinde toplamak istemeyen padişah merkezli bir yönetimi benimsemedi ve bu sivil bürokrasi saydığımız kişiler özellikle çok rahat bir alan buldular.
Yazan: Tugay KARADEMİR
[1] Karasu, Cezmi, Tanzimat Dönemi Diplomasisine Genel Bir Bakış, Ankara üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı: 4, 1993, s. 205
[2] Tuncer ,Huner. ve Tuncer, Hadiye, Osmanlı Diplomasisi ve Sefaretnameler, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1997, s.18
[3] Sander, Oral, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, İstanbul, İmge Kitabevi, 2012, s.154
[4] Sander , 2012, s.208
[5] Sander, 2012, s.212
[6]Mehmet Alaaddin Yalçınkaya, Osmanlı Diplomasisi, Eskişehir ,Anadolu Üniversitesi Yayını, 1. Baskı, 2013, s.140
[7] Hüner Tuncer, 19. Yüzyılda Osmanlı- Avrupa İlişkileri, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1.Baskı, 2000, s.40
[8] Tuncer, 2000, s.42
[9] Karasu, 1993, s.207
[10] Tuncer, 2000, s.43
[11] Sander, 2012, s.206
[12] Karasu , 1993, s. 207
Kaynakça:
- Davison, R.(2000), Tanzimat Döneminde Osmanlı Diplomasisinin Modernizasyonu( D.M. Durak, Çev.), Ankara: Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi, 11, 849-861, 15.12.2013, http://dergiler.ankara.edu.tr/detail.php?id=19&sayi_id=1267
- Karasu, C.(1993)., Tanzimat Dönemi Osmanlı Diplomasisine Genel Bir Bakış, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, Sayı:4, 15.12.2013 , http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/821/10427.pdf
- Tuncer, H.(2009), Diplomasinin Evrimi, İstanbul, Kaynak Yayınları
- Tuncer, H. Ve Tuncer, H.(1997), Osmanlı Diplomasisi ve Sefaretnameler, İstanbul, Ümit Yayıncılık
- Tuncer, H(2000), 19. Yüzyılda Osmanlı Avrupa İlişkileri, Ankara, Ümit Yayıncılık
- Sander, O.(2012), Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü(7. Baskı), İstanbul, İmge Kitabevi
- Yalçınkaya, M.A(2013), Osmanlı Diplomasisi, Anadolu Üniversitesi Yayını, 1. Baskı, 15.12.2013, http://eogrenme.anadolu.edu.tr/eKitap/TAR311U.pdf