12.4 C
İstanbul
Pazartesi, Aralık 9, 2024

Orta Doğu Bölgesinin Tanımı ve Önemi

Avrupa merkezli küresel savaşın 11 Kasım 1918’de sona ermesiyle savaşa katılan devletlerde ve onların egemenlik alanlarında birçok politik değişiklikler oldu. Savaş sürerken 16 Mayıs 1916’da İngiltere, Fransa arasında Rusya’nın da onayıyla yapılan gizli “Sykes-Picot Anlaşması” ile 16. Yüzyıldan beri Osmanlı Devleti’nin İslam şemsiyesi altında bulunan Orta Doğu paylaşıldı. 20’inci yüzyılda yağlı kalemle çizilen harita bölgenin kaderi üzerinde bugüne ulaşan kalıcı etkiler bıraktı.

1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk Dış Politikası, genel olarak Batıcılık ekseninde ilerledi. Milliyetçilik yoluyla ulus devletini kurma mücadelesi içinde bulunduğu sırada ve ulus devletini kurduktan sonra da yüzünü Batı’ya döndü, fakat yüzyıllara dayanan coğrafi, tarihi, sosyo-kültürel, dini bağlar ve faktörler nedeniyle bölgeden kopamadı. Yeni kurulan devletin statükoculuğu ile birlikte siyasi coğrafyası tam oturmamış olan Orta Doğu’nun sorunlarına karışmama politikası yeni devletin kurucuları tarafından uygun görüldü. Özellikle petrolün önem kazanmasıyla birlikte büyük devletlerin ilgi odağı ve uluslararası siyasetin merkezi oldu.

1950 yılı, Atatürk zamanında beri gerçekleştirilen gerçek anlamda ilk serbest seçimlere, tek partili sistemin sona erişine ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 27 yıl sonra ilk kez iktidarı kaybetmesine sahne olmuştu. Egemenlik sisteminin ana politik yapısı artık Demokrat Parti’ye emanetti. Bu yeni iktidar, Türkiye’nin sosyal ve siyasi yapısını beklendiği kadar bir değişikliğe uğratmadı. Ancak II. Dünya Savaşı sonrası Orta Doğu halkları bağımsızlık ve demokratikleşme özlemleriyle ayağa kalkmış, emperyalizme, siyonizme, 1947’de Batılı Devletlerin Soğuk Savaş’ın başladığını açıkça ifade ettikleri yıkıcılığa karşı seferber olma yolunda ilerlerken, Türkiye bambaşka bir yol izlemeye çalışıyordu. Bu yol “aktif taraflılık” diye tanımlanan, Batı’nın Orta Doğu’daki temsilcisi olarak, bağımsızlıklarını yeni kazanan Arap ülkelerini Batı’yla yakınlaştırmak ve onlara liderlik yapmak görevini üstlenecekti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransa’nın eski etkinliklerini kaybetmeleriyle, ABD ve Sovyetler Birliği’nin yeni güçler olarak ortaya çıkmaları uluslararası politikada yeni bir sistemin doğmasına neden oldu. İki Kutuplu Sistem olarak bilinen yeni düzende iki blok arasında çekişmenin en yoğun yaşandığı bölgelerden birisi Orta Doğu oldu. Türkiye bir bölge ülkesi olarak ve Sovyetler Birliği tehdidi algılamasının da etkisiyle, kendi güvenliğini emperyalist Batı Blok’u içinde yer alarak sağlamaya çalışacaktı. Bu İkinci Dünya Savaşı sonrasında bağımsız olan 7 Arap ülkesiyle (Mısır, Irak, Suriye, Lübnan, Ürdün, S. Arabistan ve Yemen ) Türkiye’nin ilişkilerini etkileyecek özellikle Filistin sorunu Arap Birliği ülkeleriyle diyalog kurmasında önemli bir etken olacaktı. Demokrat Parti kendisinden önce gerçekleştirilemeyen bir ‘başarıya’ imza atmak istiyor, Kore’ye asker göndererek NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) üyeliğini sağlamak konusunda önemli bir fırsatı değerlendirmek istiyordu. ABD, NATO ve SEATO (Güneydoğu Asya Antlaşması Örgütü)’yu birbirine bağlayacak zincirin halkalarına Ortadoğu’yu ekleyerek, Avrupa-Asya boşluğunu doldurmak istiyor, bu, Türkiye’yi bölgenin ayrılmaz bir parçası haline getiriyor ve Türkiye’nin stratejik değerini arttırıyordu. ABD’de Eisenhower’ın başkan olması ile birlikte Türkiye, Orta Doğu komutanlığı projesinden Bağdat Paktı’na uzanan bir sürece girecekti. 1956 Süveyş Kanalı krizi ve Arap-İsrail Savaşı, 1957 Suriye krizi, 1957-58 Lübnan ve Ürdün olayları, 1958 Irak olayları gibi süreçlerde, krizlerde, çatışmalarda ve savaşlarda Türkiye, Batı ülkeleriyle birlikte hareket etmiş, onların görüşlerini ve operasyonlarını desteklemiştir.

Bu çalışmadaki amaç, Demokrat Parti döneminin Orta Doğu politikasını Dünya konjonktürünü de dikkate alarak derinlemesine incelemektir. Böylece, günümüz Orta Doğu politikasını daha iyi anlamak ve çalışmanın sonunda AKP politikalarıyla benzerliklerini göstermek de söz konusu çalışmanın amaçları arasındadır.

Orta Doğu Bölgesinin Tanımı ve Önemi

Dünyanın en eski medeniyet merkezlerinden Ortadoğu, geçmişten günümüze siyasal mücadelelerin üzerinde cereyan ettiği en önemli yerlerden biri olmuştur. Ortadoğu kelimesi, köken itibarıyla Avrupa kaynaklıdır ve hem Batı coğrafyasından uzaklığı ifade eden, hem de Batının siyasal/kültürel değerlerinden farklı bir yapıya işaret eden bir anlamı vardır. Kastedilen bölgeyi ifade etmek için daha önce Yakın Doğu kavramı kullanılmaktaydı. Her iki kavram da Uzak Doğu temel alınarak ortaya atıldığı söyleyebiliriz. “Temelde ‘Ortadoğu’ kavramının, Şark’ (Doğu) ve ‘Yakındoğu’ (Near East) kavramları gibi Batı merkezli ve sübjektif bir kavramlaştırmanın ürünü olarak ortaya çıktığı ve kullanım sahasına girdiği söylenebilir. Bu kavramlaştırmayı yönlendiren ana bakış, Avrupa’yı dünyanın merkezi olarak kabul eden ve dünyanın diğer bölgelerini bu merkeze olan uzaklıklarına göre ‘yakın’,  ‘orta’ ve ‘uzak’ gören bakıştır.”[1] İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kullanımı giderek yaygınlaşan ‘Ortadoğu’ kavramını ilk defa 1902 yılında Amerikan deniz tarihçisi ve stratejisti Alfred Thayer Mahan, National Review’de yayınlanan Basra Körfezi’nin önemini ele aldığı yazısında, Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek için kullanmıştır. Savaştan sonra bu terimin yaygınlaşması ise İngilizler tarafından Mısır’daki askeri birliklerin ‘Orta Doğu Komutanlığı’ olarak adlandırılmasıyla olmuştur. [2]

Orta Doğu’yu coğrafi olarak tanımlarsak en geniş anlamıyla; batıda Fas’tan Başlayarak doğuda Afganistan ve Pakistan’a kuzeyde Türkiye’den başlayarak güneyde Habeşistan’a kadar uzanan coğrafyada yer alan ülkeleri kapsamaktadır. Bizim bahsedeceğimiz Orta Doğu kavramı ise biraz daha sınırlandırarak Mısır, Türkiye, İran, Afganistan ve Pakistan gibi çevre ülkeler, Bereketli Hilal denilen Irak, İsrail, Ürdün Lübnan ve Suriye gibi merkez ülkelerle Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri yer almaktadır.

Bölgede etnik açıdan nüfusunun büyük çoğunluğunu Araplar oluşturmaktadır. Araplardan başka Afganlar, Asuriler, Beluciler, Kürtler, Ermeniler, Türkler, İranlılar, Yahudiler ve Kıptiler vardır. Dinsel açıdan ise Müslümanlar büyük çoğunluğu oluşturduğu bölgede Museviler ve Hıristiyanlar da yaşamaktadır. Müslümanların 1/3 ‘i Şii, 2/3’si ise Sünni’dir. Bunların dışında (bazı kaynaklara göre bu ayrıma dahil) Hariciler, Aleviler, Nuseyriler, Dürziler de bulunmaktadır. [3]

Sanayi Devrimi’nden sonra, petrolün sanayi ilişkilerini belirleyen ana madde olması, petrolü, sanayisi güçlü ülkeler açısından, dış politikanın belirlenmesinde en önemli madde haline getirmiştir.  Orta Doğu’daki hammadde zenginliği, büyük devletlerin ilgi odağı ve uluslararası siyasette çıkar çatışmalarının merkezi olunca, günümüze dek sürecek sorunları da beraberinde getirmiştir.

 

Yazan: Eray ÜNLÜ

 

[1] Şadiye Deniz, “Ortadoğu’nun Yenden İnşasının Yapı Bozumu: Büyük Ortadoğu Projesi Üzerine Bir Analiz”,

Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 20, s.169

[2]Doğan, Zehra: “Stratejik Ortaklıktan Model Ortaklığa Türk-Amerikan İlişkileri ve Ortadoğu”, Yüksek Lisans Tezi, Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Uluslararası İlişkiler Bölümü,  Ankara, 2011, s.11

[3] Baskın Oran (Ed.),  Türk Dış Politikası Cilt I:1919-1980, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013, s.196

SON YAZILAR
İLGİLİ HABERLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.