Yapılan Coğrafi Keşifler kapsamında İspanyollar, Güney Amerika’ya ilk olarak 1492 yılında ayak basmıştır. İspanyollar kısa sürede buradaki yerli halkı köleleştirmiş, tarihî ve kültürel değerleri ortadan kaldırmıştır. Bölgedeki zenginlikler ise el koyularak İspanya’ya aktarılmıştır.
18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında Napolyon Fransa’sının İspanya ve Portekiz’i işgal etmesiyle birlikte Güney Amerika çalkantılı bir dönem yaşanmıştır. Bu çalkantılı dönemde Simon Bolivar’ın başlattığı özgürlük mücadelesi ile birlikte Güney Amerika devletleri, bağımsızlıklarını kazanmaya başlamışlardır. 19. yüzyılın sonlarına doğru İspanya Krallığı’nın kıtadaki egemenliği son bulmuştur ve İspanya, kıtadan çekilmeye başlamıştır.[1]Bölgenin bağımsızlığını kazanması ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) bölgedeki etkinliği artmıştır. Özellikle bir dönüm noktası olan Monroe Doktrini (1823), Güney Amerika’nın kaderini tayin etmiştir. Monroe Doktrini, ABD’nin Latin Amerika ülkelerine ekonomik ve siyasi olarak yayılmada kullandıkları en önemli araç olmuştur. ABD, Monroe Doktrini’ni bahane ederek Güney Amerika devletlerine birçok kez müdahalede bulunmuştur. ABD’nin en çok müdahalede bulunduğu devletlerden biri de Küba’dır.
18. yüzyılda Güney Amerika devletlerinin bağımsızlıklarını kazanmasıyla Küba’daki halk da özerklik talep etmiştir. Ancak İspanyollar bu talebi geri çevirmişlerdir. İspanyollar, Küba’da büyük bir ticari ağ oluşturmuşlardır ve bundan vazgeçmek istememektedirler. Bununla birlikte İspanyollar, Küba halkına ağır vergiler yüklemeye başlamışlardır. ABD’nin bölgeye müdahalesi ile birlikte ABD ile İspanyollar arasında savaş başlamıştır. 1898 yılında ABD ile İspanya arasında imzalanan Paris Antlaşması ile Küba ve Porto Riko ABD’ye verilmiştir. ABD, 20. yüzyıl itibarıyla birçok devlette nüfuzunu arttırmıştır ve bu devletlerde kendine yakın yönetimleri başa getirmeye başlamıştır. Paris Antlaşması ile birlikte 1959’a kadar Küba’da ABD yanlısı kukla yönetimler ülkeyi yönetmiştir.[2]
Küba Devrimi ve Sonrası
1933 yılında ABD desteğiyle başa gelen Fulgencio Batista, Küba tarihinin uzun yıllar boyunca yönetimde kalan kanlı bir diktatörü olmuştur. Bu dönemde ülke ciddi sorunlarla karşı karşıya kalır, başlıca sorunlar;
- Küba’nın şeker üretimine ve tarıma dayanan bir ekonomisinin olması ve ülkenin tüm şeker ve tarımsal üretiminin, başta Amerikalılar olmak üzere, yabancı sermayenin elinde olması,
- Ülkede işsizliğin ve yoksulluğun had safhada olması,
- Kumarhane işletmeciliğinin ülkede önemli gelir kaynağı hâline gelmesidir.
Ülkenin kötü bir duruma girmesiyle birlikte Batista yönetimi içerde ve dışarda desteklerini kaybetmeye başlar. Bu sırada devrimci gençler arasında ön plana çıkan Fidel Castro, bir grup arkadaşıyla birlikte 26 Temmuz Hareketi’ni başlatır ve Batista yönetimini devirmek ister, ancak bu girişim başarısızlıkla sonuçlanır. Bunun üzerine Castro, 16 yıl hapse mahkûm edilir. 21 ay hapiste kaldıktan sonra aftan yararlanarak dışarı çıkan Castro, Arjantinli devrimci Che Guevara ile birlikte bir gerilla hareketi başlatır ve 1959 yılında, Küba devrimi ile Küba’nın başına gelir. Castro’nun yönetime geldikten sonra ilk yaptıkları;
- Toprak reformunun imzalanması,
- Şirketlerin ulusallaştırılması,
- Zengin kesimlerin mülkiyetlerinin alınıp devlete verilmesidir.
Castro’nun yaptığı bu değişiklik, Castro’ya karşı muhalefetin oluşmasına neden olmuştur. Küba yönetimine gelen Castro’nun ilk yaptıkları, ülkede belirli bir kesimin hoşuna gitmemiştir. Castro yönetiminden rahatsızlar (devrim karşıtları) daha sonra ABD’ye kaçmıştır. Küba Devrimi ile çıkarları zedelenen ABD, Castro’yu yönetimden uzaklaştırmak istemiştir. ABD bu bağlamda CIA eliyle devrim karşıtlarını eğitmiş ve Castro’yu yönetimden uzaklaştırmak için hazırlıklara başlamıştır. 17 Nisan 1961’de tüm hazırlıklarını tamamlayan CIA, Küba için operasyona başlamıştır. Domuzlar Körfezi’ni ele geçiren CIA ilerlemeye çalışsa da devrim güçlerinin karşılık vermesiyle bu girişimi sonuçsuz kalmıştır. Tarihe “Domuzlar Körfezi Çıkartması” olarak geçen bu olay, Küba’daki devrimi ve Castro yönetimini güçlü kılmıştır.[3] Castro, ülkede daha etkili olmak için destek aldığı Küba Sosyalist Halk Partisi’ne ağırlığını koymuştur. Castro yönetime gelince Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmıştır. SSCB’nin Küba’ya füze savunma sistemi yerleştirmesiyle ABD ile SSCB arasında gerginlik yaşanmıştır. ABD tehlikesi karşısında Küba’nın askerî harcamaları Küba ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Castro’nun Latin Amerika’daki devrimci hareketlere destek vermesi, birçok Latin Amerika devleti tarafından dışlanmasına neden olmuştur. Yaşanan zorluklardan dolayı SSCB, Küba’ya ekonomik yardımlarda bulunmuştur. Küba’nın SSCB ile yakınlaşması, ABD’nin Küba’ya ekonomik ambargo uygulamasına neden olmuştur. SSCB’nin ekonomik yardımları ile ayakta kalmaya çalışan Castro yönetimi, SSCB’nin dağılması ile ekonomik olarak daha büyük zorluklar yaşamıştır ve bu da ülkede muhalefetin oluşmasına neden olmuştur. 1992 yılında Castro çok az da olsa özel girişimciliğe ve yabancı sermayeyle ortak yatırıma izin vermiştir.[4]
Castro ülkede ne yaptı ne yap(a)madı
İspanyol asıllı toprak sahibi bir ailenin çocuğu olan Castro, 1926 yılında dünyaya geldi. Hukuk eğitimi gören Castro belirli bir süre avukatlık yapmıştır ve daha sonra aktif olarak siyasete katılmıştır.
Castro’nun Küba Devrimi’nden sonra başa gelir gelmez ilk yaptığı şey toprak reformu olmuştur. Özellikle zenginlerin mülkiyetleri elinden alınmıştır ve bu ele geçirilen mülkiyetlerin bir kısmı devlet kontrolüne alınmıştır, geri kalan kısmı ise halka dağıtılmıştır. Sosyalist bir politika izleyen Castro, SSCB ile iyi ilişkiler geliştirmiştir. Bundandır ki ABD, sürekli Castro’yu CIA eliyle devirmek istemiştir (suikast girişimlerinde de bulunmuştur) ve iki ülke arasında ilişkiler sürekli gergin olmuştur. Turizm bugün Küba’nın başlıca geçim kaynaklarından birisidir. Castro’nun bozulan sağlığı sebebiyle yönetimi kardeşi Raul Castro’ya bırakması ve ABD ile olan ilişkilerin yumuşaması ile birlikte Küba’ya, başta Amerikalı turistler olmak üzere, dünyanın birçok yerinden turistler gelmeye başlamıştır. Tütün ve şeker üretimi ülkenin diğer geçim kaynaklarıdır. Ülkedeki ekonominin kötü olması sebebiyle Kübalılar yasadışı yollarla diğer ülkelere göç etmektedirler. Castro yönetimi ile ilgili hazırlanan raporlarda, Castro’nun keyfi muamelelerde bulunduğu, ülkede insan hakları ihlallerinin yaşandığı, ülkenin demokrasiden yoksun olduğu ve ülkedeki vatandaşlarının kötü koşullarda yaşam sürdüğü gibi sorunlar göze çarpmaktadır.[5]
Küba bugün elindeki deniz ürünleri, şeker, tütün mamulleri, tıbbi ürünler gibi malzemeleri Rusya, Kanada, İspanya, İtalya, Hollanda ve Çin’e ihraç etmektedir.[6] Bugün ülkede düşük ücret ve kişi başına düşen gelir oldukça azdır. Ülkede en çok kazanan doktorlar aylık olarak sadece 40 Euro almaktadırlar.[7] Sosyalist bir politika izleyen Castro yönetimi sosyal harcamaları hiçbir şekilde kısmamaktadır. Harcamaların büyük kısmı eğitim ve sağlık sektörüne yayılmış durumdadır. Küba’nın bugün okur-yazarlık oranı %99,8’dir. Sağlık hizmetlerini tamamen ücretsiz gerçekleştiren Küba, tıpta inanılmaz derecede ilerlemesiyle çevre ülkelere doktor göndermektedir. Küba bugün tıp ve eğitim anlamında dünyanın en önde gelen ülkelerden biridir. Ekonomisini canlı tutmak için tarıma ağırlık vermiştir ve bu nedenle topraklarda kimyasal ilaçlar kullanılmamaktadır.[8]
Sonuç
Her ne kadar Küba yoksullukla, fakirlikle, temel ihtiyaçlara ulaşımda yaşanan zorluklarla, endüstriyel üretimle ilgili ciddi sıkıntılar yaşıyor olsa da, Castro yönetiminin hemen yanı başındaki ABD hegemonyasına boyun eğmemesi takdir edilebilecek bir olgudur. Küba’nın ciddi hammadde ve zengin kaynaklara sahip olup sürekli büyük güçler tarafından sömürülmesi, ülkenin Ortadoğu coğrafyasına benzerliğini göstermektedir. ABD’nin arka bahçesi hâline getirdiği Latin Amerika’da ABD’ye karşı hareket etmesi, diğer Latin Amerika devletlerini desteklemesi ve onlarla işbirliği yapması Castro’nun bölgede attığı en önemli adımlardır. Elbette Castro’ya ciddi anlamda eleştiriler de gelmektedir: Bir diktatör olduğu, keyfi muamelede bulunduğu, yoksul, ciddi sorunlarla karşı karşıya kalan bir ülkeyi miras bıraktığı ve en önemlisi demokrasi ile yönetilmediği gibi eleştirilere rastlamak mümkündür. Bu noktada demokrasi ile yönetilen devletlerin çok demokratik muamelelerde bulunmadığını söylemek önemlidir. Bir ülkede sayısızca partinin olması, oy vermek, devasa bir ekonomiye sahip olmak,demokrasi anlamına gelmemektedir. Bununla birlikte, günümüzde ekonomik olarak gelişmiş demokratik devletlerdeki yolsuzluk, gelir dağılımındaki eşitsizlik, ülkedeki sosyal ve siyasi sorunlar Küba’ya nazaran daha fazladır.
Hüseyin Çoban
Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Öğrencisi
Kaynakça
[1] YARAR Ayşe, ‘’Latin Amerika’da İspanyol Sömürgeciliği ve SimonBolivar’ın Bağımsızlık mücadelesi’, HistoryStudies, Cilt: 5, sayı: 1,2013 s.392-399
[2] YILMAZ Sait,’’Latin Amerika’da Neler Oldu’’ S.3-7 bkz: http://usam.aydin.edu.tr/analiz/LATiNAMERiKA_.pdf
[3]http://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/domuzlar-korfezi-harekati-cia-ortakliginda-kuba-cikarmasi-384
[4] Ana Britannica, cilt: 14, S.170-171
[5] http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-38122464
[6] http://www.ito.org.tr/Dokuman/Ulke/Kuba.pdf