1980’lerin ikinci yarısından itibaren Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde (SSCB) ve Yugoslavya coğrafyasında etnik ve dinî kökenli bölünmeler, çatışmalara dönüşmeye başlamıştır ve söz konusu bölgelerde 20. yüzyılın ilk yıllarında yarım kalan hesaplaşmalar görülmeye başlanmıştır. Kafkasya’daki dünyanın gündemini en fazla meşgul eden sorunlardan birisi “Karabağ Sorunu” yani “Azerbaycan’ın topraklarının Ermenistan tarafından ilhakı sorunu” olmuştur. Kafkasya’da bulunan küresel güç mücadelesi ve Hazar Havzası’ndaki enerji kaynakları ve taşıma yolları bu bölgedeki mücadeleyi çekim merkezi hâline getirmiş ve dünya kamuoyu bu konuyla problemin çıktığı günden bu yana fazlasıyla meşgul olmuştur.
Problemin bir “çekim merkezi” olması ilk bakışta bir avantaj gibi görünse de Batı’da Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), Doğu’da ise Rusya’nın bölgedeki etkinliğinin yoğunluğu ile doğrudan orantılı olduğundan bir avantajın varlığını söylemek güçtür. Özellikle de Rusya, bölgede bir çözüme, en azından kısa vadede olumlu bakmamaktadır. Bu nedenle bölgenin cazibe merkezi olması aynı zamanda uluslararası alanda devletlerin hukuktan yana tavır koymalarını da zaman zaman zorlaştırmıştır. Nitekim sorunun doğduğu günden bu yana “aslında barışa çok yakınız, küçük çaplı çatışmalar istisnalardır” görüşü ile “aslında sorunun çözümüne ilişkin hiçbir ilerleme kaydedilmemiştir, sadece oyalama niteliğinde bir barış süreci işlemektedir” görüşünün çatışması da devam etmektedir.
Genel Tarihçe
Rusya’nın 18. yüzyıldan itibaren giderek güçlenmesi, geçmişten gelen en büyük gayelerinden biri olan “güneye doğru genişleme isteği”, Kafkasya’da kendine üs olarak kullanabileceği bir devlet yapılanmasına ihtiyaç duymasına neden olmuştur. Bu durumun sağlanması için de Rusya tarafından etnik hareketlilikler ortaya çıkarılmıştır. 18. yüzyılın ortalarında Azerbaycan Türkü Pehanali Bey önderliğinde Karabağ Hanlığı’nın kurulması, Karabağ’ın tarihsel anlamda en önemli ilk sahneye çıkışıdır. 1805 yılında Pehanali Bey’in oğlu İbrahim Han ile Rus ordusunun komutanı P.D. Sisianov arasında imzalanan Kürekçay Anlaşması ile Karabağ Hanlığı, Müslüman-Azerbaycan (Türk) toprağı olarak Rusya’ya birleştirilmiştir. 1828-1829 yıllarında Osmanlı-Rus Savaşları bölgedeki etnik hareketliliklerin başlaması açısından önemlidir. 1825-1826 yıllarında 18 bin, 1828’de 50 bin, 1829 Osmanlı-Rus Edirne Antlaşması ile de 84 bin civarında Ermeni, Karabağ Bölgesi’ne getirilmiştir. Bu göçler sonucunda I.Nikolay, Revan ve Nahçıvan Hanlıkları’nın topraklarını içeren bir Ermeni Bölgesi kurmuştur.
Karabağ Sorunu’nun temelinde Rusya’nın bölge üzerindeki planlamalarının büyük etkisi olduğunu anlamak için, Erivan’da basılan bir kitapta, 19 Mayıs 1783’de, II.Yekaterina’ya bir Rus komutanı tarafından yapılan “fırsat bulunca Karabağ’ı hemen Ermeniler’in kontrolüne vermek ve böylece Asya’da bir Hristiyan devleti kurmak için gerekenleri yapacağız” beyanı çok önemlidir. Bu beyan, göçlerin arka planındaki amacı ortaya çıkarmaktadır. Buna rağmen 1832 yılına gelindiğinde Çarlık Rusya kayıtlarında Türkler’in bölgede yüzde 64, Ermeniler’in ise yüzde 34 olduğu, yani Türkler’in bölgede çoğunlukta olduğu görülmektedir.
Bir Ermeni devleti kurulması fikri ilk defa 1890’larda, Taşnaksutyun Komitesi tarafından tasarlanmıştır. Ancak bu komitenin hedefi Osmanlı topraklarını da kapsayan bir Ermeni devleti idir. Bugün Ermenistan Cumhuriyeti’nin bulunduğu topraklar o dönemde Çarlık Rusya’ya ait olduğundan Ermeniler, Rus yönetimiyle ilişkileri bozmak istememişlerdir. Bu yılları takiben 1905 yılı, iki toplum arasındaki (Ermeni ve Türk toplumları) kanlı çatışmalar yılı olarak tarihe geçmiştir. Bu dönemde Ermeni örgütleri İran, Azerbaycan, Türkiye ve Rusya topraklarına yönelik çalışmalarda bulunmuştur. 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Rusya’nın Kafkasya işgalinin ardından Ermenistan’ın amacı olan “Büyük Ermenistan” hayali uygulanamamış olsa da Ermeniler’in yayılmacı politikaları bir nebze olsun uygulanmıştır. SSCB içerisinde yönetim altına girmeyi kabul eden -veya ettirilen- Ermenistan’a Zengezur ve Gökçe adlı Azerbaycan bölgeleri hediye edilmiştir. Azerbaycan topraklarında kalması gerektiği ve Azerbaycan’a ait olduğu çeşitli kaynaklarda ve telgraflarda vurgulanan bu bölgeler, günümüzde Ermenistan Cumhuriyeti’nin sınırları içerisindedir.
SSCB’nin kurulması sürecinde Azerbaycan’dan Ermenistan’a “toprak transferleri” nedeniyle, 28 Mayıs 1918’de kurulan ve 27 Nisan 1920’de Rusya tarafından işgal edilen Azerbaycan Halk Cumhuriyeti ilk başta 114 bin km2 yüzölçümüne sahip olmasına karşın, SSCB dağıldığında bağımsızlığına kavuşan Azerbaycan’ın yüzölçümü 86 bin km2’ye düşmüştür. Bunun yanında bir de çeşitli amaç ve çıkarlar doğrultusunda Azerbaycan içerisinde Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi (DKÖB) oluşturulmuştur. Bu dönemin ardından bölgenin Azerbaycan’ın topraklarından sayılmasına karar verilmiştir ve Şuşa şehri, bölgenin idari merkezi olarak belirlenmiştir.
Bölgeye en büyük göç dalgaları ve etnik değişiklik, 1950’li yıllarda İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkabilecek sorunları engellemek için Ermenistan içerisindeki Azerbaycan Türkleri’nin önemli kısmını zorla Azerbaycan’a göç ettirmiştir. Bu karara göre 1948’de 10 bin, 1949’da 40 bin, 1950’de 50 bin olmak üzere toplamda 100 bin Azerbaycan Türkü’nün bu topraklardan zorla göçü planlanmıştır. Göçe tabi tutulan Azerbaycan Türkleri’nin sayılarının 100 bin değil yaklaşık 145 bin olduğu gerçeği göz önüne alınırsa, Azerbaycan Türkleri’nin üçte biri yollarda açlık ve hastalıklardan hayatlarını kaybetmişlerdir.
Bu dönemlerde Ermenistan Cumhuriyeti’nin bölgesinde etnik temizlik tamamlanmış, artık Ermenistan’ın Karabağ bölgesindeki talepleri konuşulmaya başlanmıştır. 1964 yılında DKÖB’ün Ermenistan ile birleştirilmesi isteği Kruşev’e iletildiğinde, “Size Dağlık Karabağ’daki Ermenileri Ermenistan’a taşımanız için 24 saat süre ve 12 bin askerî kamyon vermeye hazırım” cevabı nedeniyle bu taleple geçici olarak askıya alınmıştır.
Sessizlikten Savaşa, Savaştan Ateşkese
1980’lerin sonlarına doğru iki cumhuriyet arasında başlayan küçük çaplı çatışmalar iyiden iyiye artmıştır ve 1990’ların başında tam anlamıyla savaşa dönüşmüştür. Yayılmacı politikasını uygulamaya koyan Ermenistan Parlamentosu, 1 Aralık 1989’da DKÖB’ü kendisine birleştirme kararı almış ve ardından bütçe planlamalarına bu bölgeyi de dahil etmiştir. Ermenistan Cumhuriyeti Parlamentosu, DKÖB’ü Azerbaycan toprağı olarak kabul eden hiçbir uluslararası anlaşmayı tanımayacağını açıklamıştır. 10 Ocak 1990’da Ermenistan’ın aldığı her iki kararın da geçersiz olduğu kararı SSCB Yüksek Sovyeti tarafından alınmıştır ve hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Ancak tüm bu kararları göz ardı eden Ermenistan Parlamentosu, 10 Aralık 1991’de DKÖB’de yapılan sözde referandumun sonuçlarını kabul ettiğini duyurmuştur. Bu dönemden sonra anlaşmalar, ateşkesler ve Ermenistan’ın uluslararası hukuku tanımazlığı ile geçen bir dönem başlamıştır.
20 Şubat 1992 tarihinde Rusya Dışişleri Bakanı’nın girişimi ile iki devlet arasında ateşkesin sağlanması ve ablukanın kaldırılması konusundaki görüşmelerin hemen ardından Hocalı şehrine Ermenistan tarafından saldırılar başlamıştır ve Hocalı kentindeki bu saldırgan tutum kısa sürede soykırıma dönüşmüştür. 7 bin nüfuslu Hocalı kenti kuşatıldığında Muttalibov gerekli müdahaleyi yapamamıştır, yönetimin aciz kaldığı eleştirileri de kendisinin iktidarı kaybetmesine neden olmuştur. Hocalı’da 25-26 Şubat 1992’de içerisinde kadın ve çocukların da olduğu 613 kişi katledilmiş, 1275 kişi rehin alınmıştır. İnsanlık dışı uygulamalara ve rehin alınan esirlere yapılan işkenceler uluslararası arenada tepkiyle karşılanmış ve olay, insanlık dramı olarak nitelendirilmiştir. Bu saldırılarda Azerbaycan tarafının en çarpıcı iddialarından birisi de Rus askerlerinin Ermenistan’a bu saldırılarda yardım ettiğidir. Rus tarafı her ne kadar bu iddiaları reddetse de 3 Mart 1992 tarihinde firar deden Rus askerleri, kendilerinden Hristiyan Ermeniler’in yanında Müslüman Azerbaycanlılar’a karşı savaşmalarının istendiğini açıklamışlardır.
Yaşananların hemen ardından Nisan 1992’de 8 maddelik bir anlaşma imzalanmış ve ateşkes kararı çıkmıştır. Ancak sadece birkaç gün sonra, 9 Mayıs 1992’de, Ermenistan DKÖB’ü Ermenistan’a bağlayan Laçın’ı işgal etmiştir. Bu dönemde Azerbaycan’da Muttalibov yönetimi iktidar mücadelesiyle uğraşırken, Ermenistan birkaç ay aradan sonra 7. Rus askeri üssünün Ermenistan’da kalması ile ilgili kararı onamıştır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) önderliğinde ilerleyen barış görüşmeleri Minsk Grubunu kurmuş ve çeşitli taraf devletlerin de katkısıyla kararlar alınmaya çalışılmıştır. Azerbaycan, Ermenistan ve Kazakistan Dışişleri Bakanları arasında Alma-Ata Beyannamesi imzalanmasıyla başlayan beyannameler süreci günümüze kadar sonuçsuz bir şekilde devam etmiştir. BM, ABD, Rusya gibi uluslararası arenayı yönlendiren aktörler de çeşitli ortamlarda sorunun AGİT çevresinde çözülmesini desteklediklerini, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün korunması gerekliliğini vurgulamışlardır.
Fakat 27 Mart 1993’de Ermenistan tarafından, Ermenistan’la Azerbaycan’ın eski DKÖB’ünü bağlayan Kelbecer Rayonu’na yönelik saldırı başlamıştır. Azerbaycan Devlet Başkanlığı 3 Nisan 1993 tarihinde rayonun tamamen Ermenistan’ın eline geçtiğini duyurmuştur. Bu dönemi seyreden çeşitli saldırılarla ilgili Birleşmiş Milletler’in çıkardığı çeşitli kararlar, AGİT üyelerinin girişimleri ile çıkarılan birçok bildiri, ateşkes anlaşması da etkili olamamıştır. Bölgedeki askerlerin bölgeyi boşaltması ve Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne saygı duyulması gerektiği ile ilgili aşamalı plan BM Güvenlik Konseyi kararı ile tasdik edilmiş olsa da Azerbaycan’daki darbe girişimi ve ardından iktidar değişikliği bunun takibini mümkün kılmamıştır. 26-28 Ağustos tarihlerinde Ağdere Rayonu, 23-24 Temmuz 1993 tarihlerinde Ağdam Rayonu işgal edilmiştir. Bu süreçte her ne kadar barış görüşmeleri denense de 11 Ağustos’tan itibaren Fizuli ve Cebrayıl Rayonları’na saldırılar yoğunlaşmıştır. Bu işgalleri 31 Ağustos’ta Gubatlı Rayonu’nun işgali izlemiştir. Son olarak 28 Ekim- 1 Kasım 1993 tarihlerinde Zengilan’ın da işgal edilmesi ile Karabağ bölgesi fiilen Ermenistan’ın kontrolüne geçmiştir.
Ateşkesin sağlanması ancak 12 Mayıs 1994 tarihinde mümkün olmuştur. Ancak bölgedeki askeri varlığı devam eden Ermenistan ateşkesin ardından atılması gereken hiçbir adımı atmamıştır.
Ateşkes Anlaşmasından Sonraki Süreç
Bu dönemde bölgesel anlamda, Türkiye hariç, konu ile ilgili Azerbaycan’a açık destek veren başka devlet görülmemiştir. Ancak alınan kararlar genel olarak Azerbaycan’ın doğal zenginliklerinden ve Ermenistan’ın güçlü lobilerinden dolayı, hukukun Azerbaycan’dan, Batı kamuoylarının Ermenistan’dan yana olmasıyla sonuçlanmıştır. İlerleyen süreçte üç çözüm önerisi üzerinde durulmuştur, ancak bunlar kimi sebeplerden dolayı Azerbaycan ve Ermenistan tarafından kabul edilmemiştir. Bu çözüm önerileri, Toptan, Aşamalı ve Ortak Devlet Çözümü olarak belirlenmiştir. Ancak başarısız olmuşlardır. 1997-98 yıllarında yapılan bu önerilerin kabul görmemesinin ardından Aliyev, 2001 yılında yaptığı bir konuşmada bunların artık tarih olduğunu resmen açıklamıştır. Bölgedeki pazarlıkların en yakın takipçisi Rusya olmuştur. AGİT çalışmalarında Fransa da konuyla ilgili pek çok girişimde yer almıştır. 2000’li yıllar Azerbaycan açısından Ermenistan’ın işgalci güç olarak gösterilmediği kararların ardından işgalci güç olarak anılmaya başlandığı kararlar dönemine geçilmesi ile sonuçlanmıştır. 2008 tarihine gelindiğinde karşılıklı güven arttırıcı çabaların ilki olarak askerlerin ve esirlerin iadesi gerçekleştirilmiştir. Ancak genel anlamda bu süreçte Ermenistan’ın işgali konusunda somut bir adım atılamamıştır.