İsrail’in son dönemde benimsediği Suriye stratejisi çerçevesinde, daha önce sınır bölgeleriyle kısıtlı olan hava saldırılarını Suriye ve Lübnan’da İran’a ve İran destekli gruplara ait hedeflerin tamamını içerecek şekilde genişlettiği görülüyor. Dr. Sabir Askeroğlu’nun Anadolu Ajansı için kaleme aldığı yazıyı Siyasal Hayvan okuyucularıyla paylaşıyoruz.
İsrail’in Suriye stratejisinin temeli İran ve İran’a bağlı silahlı gruplarla mücadeleye dayanıyor.
Bu stratejinin ise askeri ve diplomatik olmak üzere iki ayağı bulunuyor. Diğer birçok ülkeden farklı olarak, İsrail’in Suriye’deki güvenlik konularına yaklaşımında askeri yöntem diplomasiden önce geliyor. Jeopolitik derinlikten yoksun olması ve Suriye politikasında ulaşmak istediği hedefler bakımından İsrail, bu ülkedeki güvenlik tehditlerini bertaraf etmek için hava kuvvetlerini öncelikli araç olarak kullanıyor.
İsrail’in Suriye’deki saldırıları artıyor
Kasım 2019’da göreve gelen İsrail Savunma Bakanı Naftali Bennett, İran’ın Suriye’deki İran askeri gücüyle daha aktif mücadele edilebilmesi için fırsat doğduğu gerekçesiyle yeni bir askeri yöntem uygulamaya koydu. Bennett’e göre İsrail, kuzey sınırlarında artan İran etkisini bertaraf etmezse yakın gelecekte Suriye sınırında füzeler ve silahlı milislerin dahil olduğu gerçek bir cephe açmak durumunda kalacaktı. Bu tehdidi önlemek için İsrail “aktif caydırıcılıktan önleyici saldırıya” geçmeliydi. “Bennett Doktrini” olarak da nitelendirilen bu yaklaşıma göre İsrail, ulusal güvenliğini sağlamak ve İran güçlerinin bölgeyi terk etmesi için Suriye’de askeri çözüme başvurmalı ve eskisine göre daha agresif yöntemler uygulamalıdır. Bu çerçevede İsrail, Suriye’nin farklı bölgelerinde konuşlanmış Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) güçlerine, İran destekli milislere ve askeri tesislere yönelik askeri operasyonlar düzenlenmeyi öngörüyor.
İsrail’in Suriye stratejisinde değişikliğe gitmesinin nedeni, bölgede yaşanan gelişmelerle yakından ilgili. Örneğin, İran’a yönelik ABD yaptırımları İran ekonomisine büyük zarar veriyor. Maddi gücü zayıflayan İran, başta Suriye olmak üzere bölgede farklı cephelerde yürütülen savaşlara harcadığı kaynakları da azaltmak zorunda kalıyor. Bu da bölgede faaliyet gösteren Devrim Muhafızları Ordusu ve ona bağlı milislerin maddi, askeri ve psikolojik olarak zayıflaması anlamına geliyor.
Diğer bir önemli gelişme ise İran’ın bölgedeki başlıca müttefikleri Lübnan ve Irak’ın da derin ekonomik ve toplumsal kriz kriz içinde olmaları. Bu ülkelerdeki İran yanlısı iktidar veya aktörlerin meşruiyetlerinin tartışılmaya başlanması, kaçınılmaz olarak İran’ın da nüfuzunun azalması ve bu ülkelerde sorunlar yaşamaya başlaması anlamına geliyor. İsrailli Bakan Bennett da bu gelişmelerden yararlanarak zayıflamakta olan İran’a daha fazla zarar vermeyi hedefliyor.
Askeri yöntem
İsrail’in Suriye stratejisinin merkezinde İran ve İran destekli Hizbullah ve diğer örgütlerle mücadele yer alıyor. İsrail’in İran’la mücadele stratejisi “öncelikli” ve “ikincil” olmak üzere ikiye ayrılıyor. İsrail’in öncelikli hedefi, İran’a bağlı güçlerin ve Hizbullah’ın İsrail’in kuzey sınırı yakınlarında kalıcı olarak yerleşmelerine engel olmak ve bu bölgelerden uzaklaştırmak. Nitekim İsrail’in en kapsamlı hava operasyonları düzenlediği alanlarda bu bölgeler. İsrail’in bu doğrultudaki en önemli başarısı, Rusya’nın da aktif olarak yer aldığı ABD-Ürdün-İsrail Planı çerçevesinde 2018 yılının son aylarında İran’a bağlı milislerin İsrail-Suriye sınırından 80-100 kilometreye kadar uzaklaştırılmasıydı.
Fakat Suriye-İsrail sınırında “güvenli bölge” oluşturulması İsrail’i tatmin etmedi. İsrail ikincil veya uzun vadeli stratejisini öncelikli hedefi haline getirdi ve uygulamaya koydu. Devrim Muhafızları Ordusu ve Hizbullah’ın Lübnan ve Suriye’deki İsrail karşıtı tüm faaliyetleri hedef olarak belirlendi. Askeri tesisler, bu tesislerde bulunan roket ve füzeler, İran’dan Suriye’ye ve Suriye üzerinden Lübnan’daki Hizbullah’a yapılan silah sevkiyatları, Suriye’deki silah tesislerinde üretilen ve modernize edilen füzeler İsrail hava kuvvetlerinin öncelikli hedefi olarak belirlendi.
Daha önce İsrail hava kuvvetlerinin faaliyet alanı ağırlıklı olarak sınırdaki bölgelerle kısıtlıyken, benimsenen yeni stratejiye göre operasyon alanı artık Irak, Suriye ve Lübnan’ın tamamını kapsıyor. İsrail hava kuvvetleri, bu çerçevede, Lübnan ve Suriye’nin herhangi bir bölgesindeki askeri noktalara kapsamlı hava saldırısı düzenleyerek İran’a büyük zarar vermeyi, gerektiğinde de Devrim Muhafızları Ordusu komutanlarını hedef almayı planlıyor.
Suriye’deki ittifak dengeleri
İsrail’in Suriye stratejisinin ikinci ayağını diplomasi oluşturuyor. Bu kapsamda İsrail’in öncelikli hedefi Suriye sahasında İran’ı yalnızlaştırmak ve İsrail’le işbirliği yapabilecek aktörlerin sayısını artırmak. Suriye’de tek taraflı hareket eden aktörlerin yanında ittifak halinde faaliyet gösteren devletler söz konusu. İsrail’in Suriye’deki müttefikleri ABD ve Ürdün’dür. Suriye’ye yönelik operasyonlar için hava sahasının kullanıldığı Ürdün’de yönetim, Suriye’nin güney sınırlarından kaynaklanabilecek güvenlik risklerini ciddi bir tehlike olarak görüyor, ayrıca İran’ın yayılmacı politikasından da rahatsız.
İsrail’in Suriye’deki diğer önemli müttefiki ise ABD’dir. ABD’nin askeri anlamda Suriye’de sorumlu olduğu alanı Fırat’ın doğusu oluşturuyor. Fakat gerektiği durumda ve özellikle İsrail’in güvenliği söz konusu olduğunda İsrail’e her türlü desteği veriyor. Aynı şekilde İsrail de ABD’yle müttefiklik ilişkisi ve ortak hedef nedeniyle sadece Suriye’de değil Irak’ta da ABD’yle ortak hareket ediyor. Bu kapsamda İran ve ona bağlı silahlı gruplara karşı hava operasyonları yapıyor.
İsrail’in dahil olduğu ittifak sisteminin karşısında Tahran-Şam-Moskova ittifakı bulunuyor. İsrail’in diplomatik düzeydeki en önemli hedeflerinden biri de bu karşı ittifak yapısını zayıflatmak. Bu ittifakın en zayıf halkasını Rusya oluşturuyor. Askeri olarak ittifakın diğer aktörlerine nazaran daha fazla kabiliyete sahip olsa da Tahran-Şam-Moskova ittifakına en az bağlı kalmak isteyen aktör Rusya. Dolayısıyla bu ittifakın dışındaki aktörlerle işbirliğine en yatkın olan aktör de yine Rusya.
Bu bağlamda İsrail’in önemli hedeflerinden biri Rusya’yı İran’dan uzaklaştırmak veya en azından İran-İsrail mücadelesinde tarafsız kalmasını sağlamaktır. Rusya’nın 2015 yılında Suriye’ye askeri müdahalesinden sonra İsrail Moskova’yla işbirliği kurmanın yollarını aradı. İlk başta askeri alanda önemli başarılar elde eden Rusya, ilerleyen zamanlarda İran ve Şam’ın dışında da ortaklara ihtiyaç duymaya başladı. Böylelikle Moskova ile Tel Aviv’in çıkarlarının örtüşmesiyle İsrail ile Rusya arasında Mart 2016’da “gizli saldırmazlık anlaşması” yapıldı.
Bu anlaşmaya göre Rusya’nın hava operasyonlarında İsrail tarafsız kalmayı ve Rus savaş uçaklarının İsrail hava sahasını geçmesi durumunda takip etmemeyi kabul ederken, buna karşı Suriye topraklarından kaynaklı güvenlik tehditlerini bertaraf etmek için İsrail’in hava operasyonlarına da Rusya tarafsız kalmayı kabul etti. Bu anlaşmaya bağlı kalarak Rusya sadece hava kuvvetlerini değil, Suriye’deki askeri üslerinde konuşlanmış hava savunma sistemlerini de İsrail’in hava saldırılarına karşı harekete geçirmiyor; İsrail hava kuvvetlerini zor durumda bırakabilecek hava savunma sistemlerini Şam yönetimine ve İran’a ne veriyor ne de bu müttefikleriyle paylaşıyor.
Böylelikle İsrail-Rusya mutabakatı hem İran nezdinde Rusya’ya olan güveni azaltarak Moskova-Tahran-Şam ittifakının zayıflamasına neden oluyor hem de İran’ın Suriye’deki askeri varlıklarına yönelik İsrail hava saldırılarının önünü daha da açarak İran’ın güçlenmesini engelliyor.
İran zayıfladıkça İsrail daha agresif olacak
İsrail’in bu diplomatik çabaları yürütülen askeri faaliyetlere hizmet etme amacı taşıyor. Suriye sahasında hava savunma sistemleri ve hava kuvvetlerinden yoksun olan İran güçlerinin, Rusya’nın desteğini almadan İsrail’in hava saldırılarına karşı koyması imkansız. Bu durum da İran’ın İsrail’in hava saldırıları karşısında psikolojik ve askeri baskıya maruz kalması anlamına geliyor.
İsrail’in Suriye sahasındaki diplomatik hedeflerinden bir diğeri de Türkiye’yi yanına çekmek veya İran’la yakınlaşmasını engellemektir. Suriye sahasında İsrail-Ürdün-ABD ve İran-Rusya-Şam Yönetimi gibi ortaklık ve ittifaklardan farklı olarak Türkiye, kendi güvenlik çıkarlarını esas alarak tek taraflı hareket eden bir aktör olarak öne çıkıyor. Astana barış süreci çerçevesinde kurulan Türkiye-İran-Rusya garantörlük mekanizması esas itibarıyla diplomatik ortaklık olarak nitelendirilebilir. Daha önce birçok kez tanık olunduğu gibi Suriye’de ortaya çıkan krizlerde Türkiye farklı, Rusya ve İran farklı cephelerde birbirlerine karşı dolaylı mücadele vermişlerdir.
Türkiye, Rusya’dan farklı olarak İsrail’in planları doğrultusunda Suriye politikasını şekillendirmiyor. Buna karşın İsrail, Türkiye’nin dahil olduğu Suriye’deki krizlerde Şam yönetimi ve İran milislerine yönelik hava operasyonları düzenleyerek Türkiye’nin yanında olduğu mesajını vermeye çalışıyor.
İsrail’in kapsamlı hava operasyonlarına dayanan yeni Suriye stratejisinin nasıl bir netice vereceği belirsiz ancak İran’ın bu bölgede zayıflamasının İsrail’i Suriye sahasında İran’a karşı daha agresif hale getireceği kesin.
[Avrasya, Orta Asya, Orta Doğu, Rus dış politikası ve güvenlik politikaları alanında çalışan Dr. Sabir Askeroğlu İran Araştırmaları Merkezi’nde (İRAM) kıdemli uzmandır]