İki davranış biçimi vardır ki insanımızda huy şeklini almıştır. Huyları değiştirmek güçtür çünkü huy cana yapışık bir vaziyettir. Belki de o yüzden can çıkmadan huy çıkmaz demişler. Bu huylardan ilki, eleştiriye tahammül edememektir. Bir kişi bir diğerinin noksan bir yanını dile getirmeye görsün nefisler köpürmeye, egolar fokurdamaya başlar. Böylece eleştirilen konuda olgunlaşma, tamamlanma imkanı cılızlaşır ve noksanlık baki kalır. Oysa ki yerinde tenkit bir bakıma amellerimizi onaran bir dost elidir. Öyleyse eleştiriyi getiren gazaba müstahak olmaktan çok şükran ve teşekkürü hak etmiştir.
“Koynumdaki akrebi haber verene rahmet.”
İkincisi ise korkaklık ya da tuhaf bir biçimde nezaket veya adab-ı muaşeret gerekçesiyle gerçeğin örtbas edilmesine yataklık etmek, bir kişiye hakiki mevkiini yüzüne söyleyememektir. Burada asıl dikkat çekici olan korkaklıktan çok nezaket gerekçesiyle olan bitenlere sessiz kalmak ve hakikatin yerine yalanın yürürlükte olmasına göz yummak huyudur. Bunun temelinde de herhangi bir itikadı veya etik değeri olmamaktan ileri gelen ilkesizlik ve omurgasızlık yatar.
Geçtiğimiz aylarda yayımlanan Adnan Adıvar’ın makalelerinin bir ayara getirildiği “Dünyayı Düzeltmek” isimli eserde Adıvar, bu meseleye şöyle dikkat çekiyor:
“İçtimai hayatta nezaket denilen öyle bir itibari mefhum vardır ki bazı kere insanı, hatta bildiğini söylememeye sevk edecek kadar kötü tarafı olsa bile insanlar arasında, cemiyet hayatında bir nizamı, konuşmalarda tatlı bir havayı muhafazaya yarar.”
Konuşmalarda tatlı bir hava, cemiyet hayatında zahiren tıkırında giden bir düzen devam etmesine eder ancak bu huyla birlikte bir yerlerde içten içe bir ahlaksızlık ve faziletsizlik birikir. Adnan Adıvar’la devam edelim: “O dakikada nezaket ve zevahir kurtarılır fakat muaşeret adabının gerçek mevzusu olan cemiyet ahlakı yaralanmış olur. Açılan bu yaranın cemiyetin bünyesinde derin derin işlediğini sonradan fark etmek kabil olmayacaktır.”
Şuranın altını çizmek istiyorum: Türkiye bir İslam ülkesidir fakat istatistiklerde temel İslam ilkelerine uygunca yaşama konusunda en yüksek değerleri gösteren ülkeler arasında Norveç vb. Avrupa ülkeleri çıkmaktadır. Yerel ölçekte de en temel insani ve İslami prensiplere denk düşen bir duruşu Müslümanlık iddiasını taşıyanlardan çok din-dışı bir hayat tarzını benimsemiş yurttaşlarda görüyoruz. Bu yalnızca bana tuhaf geliyor olmamalı.
Mehmet Akif bir şiirinde şöyle der:
Hakkı zalime ihtar o ne şahane cihat
“En büyüktür” dedi Peygamber-i Pakize nihad
Esasında bu dizeler bir hadis-i şerifin şiir formunda ifade edilişinden başka bir şey değildir. Peygamberimiz “Cihadın en üstünü zalim hükümdara hakkı söylemektir.” buyurmuş.
Bu hadis ve şiirin adesesinden bakıldığında Müslümanlık iddiasını taşıyan çoğunluğun burada anlatılan mananın yakınında bulunmadığı, daha çok üç maymunu oynadığı bir vasatta din-dışı bir hayat görüşünün sahiplerini peygamberin ve Akif’in söz ettiği faziletin hizasında buluyoruz.
Bu durumun, hiç kuşkusuz, Müslümanlık iddiasını taşıyanlarda bir eleştiri kültürünün bulunmayışıyla ve Adnan Adıvar’ın söz ettiği hurafeden adab-ı muaşeretin huy edinişiyle sıkı sıkıya irtibatlı olduğu muhakkak.
Aydın Boysan “Dostluk” adlı kitabında bir hakikati ifade ve ikame edebilmekten nakıs oluşumuzu şu şekilde resmeder: “Çevremizde dobra dobra söyleyen adam artsa da bayram edeceğiz, özelliğimiz söylemek değil, söylenmektir. Görmek için dosdoğru bakmak yerine bakınırız. Dosdoğru ciğerimize işer gibi bakanın ise çoğu zaman gözümüzün içine baka baka yalan söylemesine alışmışızdır. Çalışmaya gelince, telaş içinde koşuşuruz ama yaptığımız iş çalışmak değil, çalışır görünmektir.”
Aslında bu satırlar hakikatte yaşamadığımızı, sürekli rol yaptığımızı açıkça ortaya koyuyor.
“Eve ekmek götüremiyoruz” lafı ne kadar gerçek ne kadar mecaz bir de bu açıdan bakmak gerekiyor.
05/11/2020
Saat 10.55