Çok fazla miktarda, farklı çeşitlerde ve ucuza üretim yapan (veya yaptıran), aynı zamanda kataloglarını durmadan yenileyen ve böylece müşterileri de ucuz ürünlerden oldukça fazla miktarda ve devamlı olarak tüketmeye teşvik eden moda yaklaşımına “hızlı moda (İngilizcede “fast fashion”)” adı verilmektedir. Hızlı moda markalarına bugün ZARA, H&M, DeFacto, SHEIN v.b. pek çok örnek verilebilir.
Tüketiciler açısından değerlendirildiğinde farklı ürünlerden ucuza satın alabilmek her ne kadar büyük bir şans olsa da tekstil ürünlerinin aşırı miktarda üretiminin ve tüketiminin çok ciddi derecede çevresel, sosyal ve sıhhi zararları bulunmaktadır.[1]
Ham Madde ve Ürünlerin Üretiminin ve Kullanımının Çevresel Zararları
Tekstil endüstrisinde ham maddenin ve tüketim malının üretilmesi çok fazla fosil yakıt, su ve kimyasal madde kullanılmasına neden olmaktadır. Kullanılan kimyasal maddeler ve fosil yakıtlardan üretilen plastik de sonunda doğaya karışmaktadır. Bu nedenle tekstil endüstrisi, çevreye ciddi zararlar vermektedir.
Bugün tekstil endüstrisi tarafından kullanılan toplam ip miktarının %60’ını sentetik ip oluşturmaktadır. Fosil yakıttan[2] üretilen sentetik ip ucuzdur, uzun ömürlüdür ve temizlenmesi kolaydır. Ancak tekstil endüstrisinin sentetik ip talebi, çok fazla miktarda petrolün tüketilmesine neden olmaktadır. Öyle ki yeryüzünde tüketilen toplam petrol miktarının %1,35’i sentetik ip üretiminde kullanılmaktadır ve bu tüketim miktarı İspanya’nın yıllık petrol tüketim miktarından da fazladır.
Fosil yakıttan üretilen plastik türevleri sentetik ipler (polyester[3], akrilik, naylon, polivinil klorür (PVC) v.b.), pek çok kıyafette (özellikle de spor kıyafetlerinde) yüksek oranda kullanılmaktadır. Söz konusu sentetik ipten üretilen kıyafetlerin, kullanım süresince pek çok mikroplastiği doğaya saçması çevreye çıplak gözle fark edilmeyen ancak ciddi zararlar vermektedir. Öyle ki bu sentetik kumaşlardan her yıl yarım milyon ton mikroplastik ip parçacığı okyanusa karışmaktadır. Bu miktar da yaklaşık 50 milyar plastik şişeye denktir. Söz konusu mikroplastiklerin doğaya karışmasının temel nedenlerinden biri sentetik kumaşlı çamaşırların yıkanmasıdır. Doğadaki tüm mikroplastiklerin %35’inin çamaşır yıkama kaynaklı olduğu tahmin edilmektedir. Doğaya karışan mikroplastik parçacıkları, uzun vadede besin zincirine girmektedir ve insanlar da dâhil olmak üzere çeşitli canlılar tarafından yutulmaktadır.
Çevreyi kirleten tekstil ürünlerine, markaların “çevreye duyarlı” veya “sürdürülebilir” olarak nitelendirdiği ürünlerin büyük bir kısmı da girmektedir. Genellikle “geri dönüştürülmüş plastik” ile üretildiği ve bu nedenle çevreye duyarlı olduğu söylenen ürünler, çoğu zaman markaların uyguladıkları yeşile boyama (İngilizcede “greenwashing”) yöntemi kapsamında satılan ürünlerdir.[4] Çünkü hem bu ürünlerdeki geri dönüştürülmüş plastik miktarı çoğu zaman oldukça düşüktür hem de bu ürünler çoğu zaman biyoçözünür (İngilizcede “biodegradable”) değildir.[5] Bu da aynı sentetik plastiğin uzun vadede yine doğaya karışması ve besin zincirine girmesi anlamına gelmektedir.
Kıyafet üretebilmek için çok fazla miktarda su tüketildiği ve kirletildiği de unutulmamalıdır. Tahminlere göre bir kot pantolon üretebilmek için yaklaşık 1 kilogram pamuk gerekmektedir. Sıcak iklimde yetişen pamuktan bu miktarda elde edebilmek için yaklaşık 7.500-10.000 litre arasında su harcanmaktadır.[6] Bu miktar, bir insanın 10 yıl boyunca tükettiği içme suyu miktarına denktir. %100 pamuk olan bir tişörtün üretilebilmesi için de toplamda 2.700 litre su harcandığı söylenmektedir.
Ayrıca, kumaşların veya kıyafetlerin üretimi aşamasında kullanılan suya kimyasal madde karıştırılmaktadır. Söz konusu kimyasal ihtiva eden atık su, çoğu zaman gelişmiş arıtma sistemlerinden geçirilmeden olduğu gibi doğaya, su kaynaklarına, dökülmektedir. Bu nedenle de tekstil sektörünün yeryüzündeki su kirliliğinin %20’sinden sorumlu olduğu tahmin edilmektedir. Unutulmamalıdır ki suya karışan bu kimyasallar besin zincirine girmektedir ve yine sonunda, insanlar da dâhil olmak üzere, çeşitli canlılar tarafından yutulmaktadır.
Ürünlerin Üretiminin Sosyal ve Sıhhi Zararları
Bugün yeryüzünün gelişmiş bölgelerinden olan Avrupa Birliği’nde (AB) tüketilen tekstil ürünlerinin yaklaşık %80’i AB sınırları içerisinde değil Bangladeş, Kamboçya, Myanmar, Hindistan, Vietnam v.b. ülkelerde üretilmektedir. Söz konusu oran aslında şaşırtıcı değildir. Hızlı modanın varlığı ve sürekliliği, kıyafet üretiminin, sosyal hakların neredeyse hiç olmadığı veya hiçe sayıldığı ve insanların çoğu zaman çok düşük maaşlara çalıştıkları, ekonomik ve sosyal açılardan gelişmemiş ülkelerde gerçekleştirilmesiyle mümkün olmaktadır. Söz konusu gelişmemiş ülkelerin büyük bir kısmı da bugün Asya kıtasında bulunmaktadır.
24 Nisan 2013 tarihinde Bangladeş’in başkenti Dakka’da, içerisinde taşeron kıyafet üreticisi şirketlerin üretim tesislerinin bulunduğu Rana Plaza adlı iş merkezinin çökmesi üzerine 1.132 kişi hayatını kaybetmiştir, 2.500’den fazla kişi de yaralanmıştır. Söz konusu vefat etmiş işçilerin ailelerine veya yaralanmış işçilere, hukuki bir zaruret olmadığından dolayı, hiçbir tazminat ödenmemiştir. Kendilerine yalnızca bazı özel ve/veya tüzel kişiler tarafından bağış gönderilmiştir.
Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre Rana Plaza’nın çökmesinden sonra Bangladeş’te 2018’e kadar geçen süre içerisinde 100’den fazla benzer kaza yaşanmıştır ve bu kazalarda yaklaşık 500 işçi yaralanırken yaklaşık 30 işçi de hayatını kaybetmiştir. Bu durum, aslında söz konusu ülkede kıyafet üretiminde çalışan işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi için pek de çaba sarf edilmemiş olduğunu göstermektedir. Bu da aslında Bangladeş’te tekstil üretiminde çalışan işçilerin hâlâ kötü koşullarda çalıştığını kanıtlamaktadır.
Aslında kıyafet üretimi, bu gelişmemiş ülkelerin bir kısmı için çok ciddi bir ihracat ve ekonomik gelir kapısıdır. Örneğin, Bangladeş’in kıyafet ihracatı, ülkenin toplam ihracatının %89’unu oluşturmaktadır. Ayrıca tekstil sektörü bu ülkelerde milyonlarca kişiyi istihdam etmektedir. Bu sayede ülkelerde yoksulluk sınırı altında yaşayan insan sayısında ciddi azalmalar olmuştur. Bununla birlikte, gelişmemiş ülkelerde tekstil sektöründe çalışan işçilerin iyi koşullarda çalıştıklarını ve rahat bir hayata sahip olduklarını söylemek maalesef mümkün değildir.
Gelişmiş ülkelerde bulunan moda markaları, gelişmemiş ülkelerde ucuza kıyafet üretmek istediklerinde karşılarına, seçenek olarak, kıyafetlerini ucuza ürettirebilecekleri binlerce taşeron şirket çıkmaktadır. Bu nedenle söz konusu taşeron şirketler, moda markalarıyla sözleşme imzalayabilmek için kıyasıya bir rekabet içerisine girmektedirler. Öyle ki bu taşeron şirketler bazen, moda markalarıyla ilerleyen dönemlerde de sözleşme imzalayabilmek için, çok az bir kâr hatta zarar elde edecekleri sözleşmelere bile imza atabilmektedirler. Söz konusu az kâr veya zarar da elbette işçilerin cebinden çıkmaktadır. Ayrıca belirtilmesi gerekir ki söz konusu sözleşmeler çoğu zaman çok kısa vadede büyük miktarlarda kıyafet üretimi gerektirmektedir. Bu nedenle işçiler, ürünleri yetiştirebilmek amacıyla, uzun saatler boyunca ve stres altında çalışmak zorunda kalmaktadırlar.
Taşeron şirketlerin üretim tesislerinde çalışan işçilerin yaklaşık %80’ini işverenlerin sözünü geçirebildiği, düşük ücretlere çalışan ve halk içerisinde ikinci sınıf kabul edilen kadınlar oluşturmaktadır. Bu kadınlar, işverenlerin tüm söylediklerine boyun eğdikleri gibi çoğu zaman cinsel tacize de maruz kalmaktadırlar. Kadınlara ek olarak, hukuki açıdan “çocuk” olarak kabul edilen pek çok genç işçi de bu üretim tesislerinde çalışmaktadır.
Taşeron kıyafet üretici şirketler, çoğu zaman işçilerini iş sözleşmesi olmadan çalıştırmaktadırlar. Bu nedenle şirket ile resmî bir bağı olmayan işçiler, yaşadıkları sorunları veya kazaları resmî makamlara şikâyet edememektedirler ve haklarını arayamamaktadırlar. Ayrıca, sendika kurulması konusundaki kısıtlamalar, işçilerin haklarını gerektiğinde arayacak bir tüzel kişiliğin meydana çıkmasını da engellemektedir.
Tekstil sektöründe hem ham maddenin (örneğin “viskoz kumaş”) hem de ürünün üretimi esnasında (örneğin “ürünün boyanması” aşamasında) oldukça fazla kimyasal madde kullanılmaktadır. 2015 yılında sunulmuş olan bir veriye göre yeryüzündeki kimyasalların %25’i, tekstil üretimine harcanmaktadır. Bu kimyasalları söz konusu taşeron kıyafet üreticileri için çalışan ve kimyasallara karşı çoğu zaman bir koruyucu ekipman kullanmayan işçiler, çeşitli yollarla vücutlarına almaktadırlar. Bu da söz konusu işçilerin uzun vadede pek çok sağlık sorunu yaşamasına neden olmaktadır.
Sağlık sorunlarını yalnızca işçiler yaşamamaktadırlar. Tekstil sektöründe üretim esnasında kullanılan kimyasalları ihtiva eden atık sular, çoğu zaman düzgün bir biçimde filtrelenmeden üreticiler tarafından civardaki su kaynaklarına dökülmektedir. Bu atık sular da etrafta yaşayan ve zirai üretimde veya içme suyu olarak civardaki su kaynaklarını kullanan insanlar tarafından tüketilmektedir. Uzun vadede bu insanlarda da ciddi sağlık sorunları gözlemlenmektedir.[7]
Elde Kalan Ürünlerin Çevresel Zararları
Bugün moda dünyasında hem fast fashion markaları hem de lüks markalar, tüketici kitlesini mutlu edebilmek için, sürekli olarak yeni tasarım ürünler piyasaya sürmektedirler. Ancak, sezon sonuna gelindiğinde, genellikle, tüketilen miktardan çok daha fazlasını üretmiş/ürettirmiş olan bu markaların elinde ürünlerden fazla miktarda kalmaktadır. Öyle ki, verilere göre, dünyada her yıl yaklaşık 100 milyar parça kıyafet üretilmektedir[8], bunlardan da her yıl toplamda 92 milyon ton atık oluşmaktadır. Bu miktar, ortalama her saniyede bir kamyon dolusu atık oluştuğu anlamına gelmektedir.
Bu durumda markalar, ürünlerin fiyatını düşürüp markanın imajını zedelememek amacıyla, bu ürünleri indirimli fiyatlardan tüketicilere sunmak yerine yakarak imha etmektedirler. Örneğin Burberry markası, yalnızca 2017 yılında 28,6 milyon sterlin değerinde satılmayan ürününü; H&M markası ise 2013-2017 yılları arasında her yıl 12 ton ürününü yakarak imha etmiştir.
Kıyafetlerin yakılması uygulaması atmosfere çeşitli zararlı gazlar[9] ve mikroplastik parçacığı saldığı için çevreye ve insan sağlığına zarar vermektedir. Ayrıca, uzun ve zahmetli bir süreç sonucunda meydana çıkmış olan bu ürünlerin yakılması, tüm üretim sürecinde tüketilmiş doğal kaynakların ve emeğin de heba olması anlamına gelmektedir.
Bu kadar yüksek miktarda atığın yakılmayanları ise genellikle gelişmemiş ülkelerdeki özel veya tüzel kişilere satılmaktadır veya “bağış” adı altında verilmektedir. Aslında yalnızca üreticiler tarafından değil, tüketiciler tarafından bağışlanan kıyafetler de sonunda bu ülkelere ulaşabilmektedir. Ancak miktarı çok fazla olan bu kıyafetler, bu ülkelerde de tüketilememektedir ve sonunda çöpe atılmaktadır. Bu da söz konusu kıyafetlerin uzun vadede yine doğaya karışması ve besin zincirine girmesi anlamına gelmektedir. [10]
Söz konusu kıyafet atıklarından dolayı bugün Şili, Gana, Hindistan v.b. ülkeler, dünyanın kıyafet çöplüğüne dönüşmüş durumdadır:
Tüketici Unsuru
Kıyafet endüstrisi bugün yeryüzüne sosyal, çevresel ve sıhhi açılardan ciddi zararlar vermektedir. Bu zararların ilerleyen yıllarda daha da artacağı tahmin edilmektedir. Öyle ki endüstrinin karbondioksit salınımının 2030 yılına kadar %60 artacağı düşünülmektedir.
Ancak, verilen zararları yalnızca moda markalarına mal etmek doğru değildir. Tüketiciler, daha doğrusu tüketicilerden gelen talep, üreticilerin davranışlarını şekillendirmektedir. Aslında sorunun temel nedenlerinden biri, tüketicilerin bir ihtiyaç kapsamına girmeyen nedensiz tüketimidir.
2000 yılından bugüne ortalama bir insanın satın aldığı kıyafet miktarında %60 artış olmuştur. Bugün yeryüzünde her yıl 56 milyon ton kıyafet satın alınmaktadır. Kıyafetlerin ortalama kullanım süresi, kıyafetlerin fiyatlarındaki değişiklikle doğru orantılı olarak düşmüştür. Hatta bazı ülkelerde satın alınan kıyafetlerin %40’ının hiç kullanılmadığı belirtilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan 18 yaş üstü kadınlar nezdinde yapılmış olan bir ankete cevap verenler, gardıroplarındaki kıyafetlerin (ayakkabılar dâhil) %20’sini hiç giymediklerini belirtmişlerdir. Ortalama bir Amerikan vatandaşı her yıl 37 kilogram ağırlığında kıyafeti çöpe atmaktadır ve 2030 yılına gelindiğinde insanlığın yıllık yaklaşık 134 milyon ton ağırlığında tekstil ürününü çöpe atacağı tahmin edilmektedir.
Neler Yapılabilir?
Öncelikle markalar uzun yıllar dayanacak, geri dönüştürülebilir, doğa dostu ham maddeden oluşan ve kimyasal boya içermeyen kıyafetlerin üretilmesi için çabalayabilirler. Bu ürünleri daha pahalıya ürettirip daha pahalıya satabilirler. Böylece hem taşeron şirket işçilerinin hayat standartları yükselecektir hem de satılan ürünler çevreye çok daha az zarar verecektir. Ayrıca moda markaları, işçilerini kötü koşullarda çalıştıran taşeron üreticileri tercih etmeyebilirler. Böylece taşeron şirketler, işçilerin çalışma koşullarında iyileştirme yapmak zorunda kalacaklardır.
Moda markaları çoğu zaman “üretim” ve “ürünlerin satımı” şeklinde iki aşamalı, “doğrusal” bir sistem kapsamında çalışmaktadırlar. Sorunun çözümü için şirketler nezdinde örgütsel değişikliğe gidilerek “satılmayan ve/veya artık kullanılmayan kıyafetlerin toplanması, tekrar işlendikten ve dizayn edildikten sonra piyasaya yeniden sürülmesi” işleriyle ilgilenecek bir departmanın veya departmanların kurulması sağlanabilir. Böylece şirketlerin sistemi “doğrusal” olmaktan çıkarak “döngüsel” hâle gelecektir ve ürünler doğaya atılmadan, sürekli olarak dönüştürülerek tekrar kullanılacaktır.
Tüketiciler ise çevreye zarar veren moda markalarına doğrudan veya dolaylı tepki göstererek bu şirketleri iyileşmeye zorlayabilirler. Ayrıca tüketiciler, uzun süre dayanacak kıyafetleri tercih edebilirler ve bu kıyafetleri uzun bir süre boyunca kullanabilirler. Bunlara ek olarak ikinci el kıyafet tüketebilirler, kullanılmayan kıyafetleri de atmak yerine yakınlarına veya ihtiyaç sahiplerine verebilirler. Ayrıca kıyafetlerini daha az yıkayarak daha az mikroplastiğin çevreye karışmasını sağlayabilirler.
Devletler de bazı konularda hukuki düzenlemeler yaparak sürece müdahil olabilirler. Böylece daha sürdürülebilir bir üretimi ve tüketimi destekleyebilirler.
[1] “Moda ürünleri” veya “moda endüstrisi” kavramlarından bahsedilirken kıyafet endüstrisi; “tekstil ürünleri” veya “tekstil endüstrisi” kavramlarından bahsedilirken ise kıyafetler dışında kumaştan üretilmiş başka ürünleri de kapsayan (perde, masa örtüsü v.b.) bir endüstri anlaşılmaktadır. Bu yazıdaki verilere bakılırken söz konusu farka dikkat edilmelidir.
[2] Sentetik plastik üretiminde fosil yakıt olarak petrol veya doğal gaz kullanılmaktadır.
[3] Tekstilde en çok kullanılan sentetik ip polyesterdir. Yalnızca polyesterin üretimi için bile her yıl 70 milyon varilden fazla petrol tüketildiği belirtilmektedir.
[4] Yeryüzünde tekstil ürünlerinin %1’inden daha azının geri dönüştürülerek yeni kıyafetlerin üretiminde kullanıldığı belirtilmektedir.
[5] Bununla birlikte polilaktik asit (PLA) kaynaklı biyoçözünür plastiklerin de içerdikleri gübre, zirai ilâç ve plastiğe dönüştürülürken uygulanan kimyasallardan dolayı doğaya oldukça zarar verdiği söylenmektedir. Bununla birlikte bu konu, derinliği göz önüne alındığında, ancak başka bir ana başlık altında detaylarıyla işlenebilir.
[6] Başka bir kaynağa göre bir kot pantolon üretmek için (pamuk üretiminden mağazaya teslimine kadarki süreçte) toplamda 3.781 litre su tüketilmektedir.
[7] Bu konuda, Citarum Nehri’nin kirliliği ve bu kirliliğin çevre halkına verdiği zararlarla ilgili yazıya buraya tıklanarak ulaşılabilir.
[8] Bu sayının 2000 yılında 50 milyar olduğu söylenmektedir.
[9] Moda endüstrisi, bugün yeryüzündeki toplam karbondioksit salınımının %10’undan sorumludur.
[10] Bugün kıyafet üretiminde kullanılan ip miktarı toplamının %87’sinin sonunda ya yakıldığı ya da çöpe atıldığı tahmin edilmektedir.