Türkiye, Asya ve Avrupa kıtaları arasında bulunan ve jeopolitik olarak değer arz eden bir coğrafyada yer almaktadır. Bu coğrafya, her ne kadar çeşitli avantajlara sahip olsa da, yağış miktarına bakıldığında dünyanın en az yağış düşen bölgelerinden olan Orta Doğu’da da bulunduğundan dolayı, maalesef bir dezavantaj da sağlamaktadır. Yağış kıtlığı olan benzer bölgelerde yaşamı devam ettirebilmek için, eğer mevcutsa, bölgedeki akarsuları ve yeraltı sularını kullanmak bir mecburiyet hâline gelmektedir. Bu sebeple Fırat ve Dicle nehirleri, Güneydoğu Anadolu’nun yağış boşluğunu gideren kilit taşlarıdır.
Fırat ve Dicle nehirleri, Türkiye’de doğan ve biri 1900km, diğeri 2800km yol kat ederek farklı ülke topraklarından geçen; neticesinde Basra Körfezi’ne dökülen nehirlerdir. Yani her iki nehir de “sınır aşan sular” olarak ifade edilmektedir. Teknik özelliklerine değinecek olursak, Fırat’tan yılda 30 km³ su, Dicle’den ise yılda 20 km³ su geçmektedir. Toplamda bölgeye sağlanan 50 km³/yıl su miktarı ile, her iki nehrin çok büyük bir potansiyeli vardır. Bu miktarı anlamak için Mısır’ın hayat kaynağı olan Nil nehrinin yıllık 88 km³ ortalaması olduğunu belirtmek yeterli olacaktır. Ancak bu ortalama miktarlar, debinin her ay eşit seviyede olduğu anlamına gelmemektedir. Fırat ve Dicle nehirlerinde akış miktarları, ilkbaharda karların erimesiyle, kışın ise yağışların kar şeklinde olması sebebiyle düzensiz bir yapı göstermektedir. Öyle ki Dicle nehrinin eylül ayı baz alınarak debisine bakıldığında sonuç 55 m³/sn çıkarken, şubat ayındaki debisi 2263 m³/sn olarak ölçülmektedir. Fırat nehrinin ise ortalama debisi ilkbaharda 2000 m³/sn’dir.
Fırat ve Dicle nehirlerine değinmemizin asıl sebebi, Güneydoğu Anadolu Projesi’nin (GAP) bu iki akarsuyumuzdan güç alınarak ortaya konulmuş olmasıdır. Güneydoğu Anadolu Projesi, bahsi geçen iki nehrimizin arasında bulunan Mezopotamya Bölgesi’nin daha verimli bir hâle getirilerek kalkındırılması amacıyla 1970’lerde oluşturulan bir projedir. Bu bölgede 9 ilimiz bulunmaktadır ve nüfus yoğunluğu bakımından bu iller Türkiye nüfusunun %10’una tekabül etmektedir.
Projenin genel hedeflerini başlıklar hâlinde sıraladığımızda karşımıza şunlar çıkmaktadır:
Tarımsal olarak;
- Tarımsal verimliliğin arttırılması,
- Çiftçilik faaliyetlerinin çeşitlendirilmesi,
- Tarımsal sanayiye ham madde sağlanması.
Bu sayede;
- Yörenin gelir düzeyinin ve yaşam standardının geliştirilmesi,
- Ülke içerisindeki gelişmişlik düzeyi farkının azaltılması,
- Artan verimlilik ile ulusal seviyede gelişme sağlanması projenin esas hedefleridir.
GAP kapsamında bu hedeflere erişebilmek adına 22 baraj ve 19 hidroelektrik santrali ile pek çok sulama kanalının yapılması planlanmıştır. Bütün projelerin faaliyete geçirilmesiyle, 1,8 milyon hektar alana sulama sağlanması ve yılda 27 milyar kW/saat elektrik enerjisi üretilmesi hedeflenmiştir. Bu da demektir ki GAP, gerek enerjiye gerekse suya kolay ulaşım sayesinde sanayide ve tarımda Türkiye için büyük bir gelir ve gelişim kaynağı olacaktır. Şu an projenin tamamı hizmete girmediği için bu hedeflere istenilen seviyede ulaşılamamıştır. Bununla birlikte proje, henüz tam kapasiteyle çalışmasa bile, faaliyete geçen kısımlarıyla büyük oranda bölgeye katkı sağlayan yapılar oluşturmuştur.
GAP’ın gerçekleştirilen ve faaliyete geçen kısımlarına değinecek olursak, ilk olarak “enerji” başlığına bakmamız gerekir. Hidroelektrik santralleri ile elektrik üretmeyi planlayan enerji hedefli kısımda, 19 adet hidroelektrik santral kurulmasının amaçlandığını söylemiştik. Hidroelektrik üretiminin bu kadar üzerinde durulması, aslında Türkiye’nin ve akarsularının mevcut yapısı ile alakalıdır. Barajla biriktirme usulüne dayanan bu sistem, düzensiz su rejimine ve engebeli bir araziye sahip olan Türkiye toprakları için oldukça elverişlidir. Hidroelektriğin çalışma prensibi basitçe, suyun akış enerjisi ile bobinlerin döndürülmesi sonucunda enerjinin biriktirilmesidir, ki ülkemiz bunun için çok uygundur. Bu sistemin kullanılmak istenmesinin bir diğer sebebi de ekonomik olmasıdır. Elektrik üretmek için kullanılan yöntemlerden en ucuzu, hidroelektrik santrallerinin kurulmasıdır. Netice itibarıyla ucuza üretilen elektriğin ülke içerisinde tüketilmesi veya dışarıya ihraç edilmesi, devletimiz için hem kalkınmanın anahtarı hem de uygun bir gelir kapısı olacaktır.
En yakın tarihli verilere dayanarak söyleyebiliriz ki günümüzde 13 hidroelektrik santrali aktif olarak faaliyetini sürdürmektedir. Enerji yatırımlarının fiziki olarak %74’lük bir kısmı tamamlanmıştır. Böylece, hedeflenen elektrik üretiminin dörtte üçünü ifade eden 20,6 milyar kW/saat kapasiteye ulaşılmıştır. Söz konusu hidroelektrik santraller aktif hâle geldikten sonra 2014 yılına kadar üretilen toplam elektrik miktarı 403,5 milyar kW/saat’tir ve bu sayının ekonomik olarak karşılığı 24,2 milyar dolardır. Yine 2014 yılı boyunca Türkiye’deki toplam elektrik üretim miktarı olan 23,1 milyar kW/saat’in neredeyse %50’lik payı, 11,4 milyar kW/saat ile GAP’a aittir.
Elektrik üretiminin yanında sulama için kurulmuş ve tamamlanmış 19 adet baraj mevcuttur. Bunlar içerisinde 1965-1975 yılları arasında yapılan Keban Barajı, 1983-1992 yılları arasında inşa edilen ve tamamen Türk mühendislerinin eseri olan en büyük çaptaki Atatürk Barajı, 1986-1999 yılları arasında yapılan Batman Barajı ve Dicle Barajı, Kralkızı Barajı, Devegeçidi Barajı, 2000 yılında faaliyete giren Karkamış Barajı gibi barajlar bulunmaktadır. Bu barajlar elektrik santralleri dışında tarıma büyük katkı sağlayacak sulama kanallarının ve tesisatın en önemli kısmını oluşturur. Sulama kanallarının yapımı da günümüzde hâlâ en devam etmekte olup şimdiye kadar 971 km’lik sulama kanalı hizmete girmiştir. Bu su kanalları sayesinde bölgedeki 424 bin 710 hektar alana su akışı sağlanmış ve hedeflenen sayının %40’ı hayata geçirilmiştir. 170 bin hektar alanı daha sulayacak şebeke halen inşa hâlindedir.
GAP’ın sadece enerji ve sulama alanlarına faydası yoktur. İşin sosyal boyutu da bulunmaktadır. Buna göre bölgede istihdam alanında da gelişmeler yaşanmıştır. İşsizlik oranı 2007-2012 yılları arasında %16,9’dan %12,4’e gerilemiştir. Ülkemizin içine girdiği ekonomik sorunlar sebebiyle 2013-2014 yıllarında bu oranda tekrar bir artıştan söz edilse bile, projenin tamamlanması ile işsizliğin büyük miktarda azalacağı aşikârdır. Bunun yanında bölgeye verilen önemin artmasıyla yeni açılan üniversiteler ve pek çok eğitim kurumu ile eğitim-öğretim alanında da olumlu gelişmeler yaşandığı söylenebilir.
Üretimin artması ile ortaya çıkan önemli bir sektör daha vardır ki bu da ulaşımdır. Üretimin arttırılması tek başına bir fayda sağlamayacağından, hinterlandın ve ulaşımın düzgün planlanması gerekmektedir. Bu konuda bölge içerisinde karayolları ve havaalanları için yatırımların arttığını görebiliriz. Şırnak’taki yeni havaalanı buna bir örnektir. Bölgedeki karayolu uzunluğu son hâliyle 6 bin km’dir.
Şimdiye kadar bahsettiğimiz gibi, proje tam olarak bitmemiş olsa bile tamamlanan kısmı da azımsanamayacak kadar çoktur. Özellikle ekonomik olarak projenin maliyeti ve kalkındırması hedeflenen alanın genişliği düşünüldüğünde bunun çok kolay bir iş olduğunu söylemek mümkün değildir. Ortalama değerlerle ifade edecek olursak projenin toplam maliyetinin 50 milyon doları bulduğu, kapsadığı bölgenin de 75.378 km² civarında olduğu söylenebilir.
Güneydoğu Anadolu Projesi, yurt içinde büyük önem taşıdığı gibi, yurt dışı meselelerde de kritik bir yer tutar. Bunun sebebi, projenin odaklandığı iki büyük akarsuyumuzun sınır aşan sular statüsünde olması ve Türkiye dışında iki ülkeye daha su götürmesidir. Bahsettiğimiz ülkeler Fırat nehrine bağımlı olan Suriye ve Dicle nehrine bağımlı olan Irak’tır. Bağımlı diye ifade edilmesinin sebebi, bu iki ülkenin yıllık yağış oranlarının, neredeyse dünyanın en düşük seviyesinde olmasıdır. Bu akarsular olmadan bölgedeki insanların hayatlarını idame ettirebilecekleri üretimi yakalayabilmelerine olanak yoktur. Bu sebeple kaynakların paylaşımı ve kullanımı konusunda bazı problemler ortaya çıkmaktadır. Yani su, insan hayatındaki en vazgeçilmez unsur olduğu için dış politikada karar alıcıların bu konulardaki titizliğini ve dikkatini de önemli hâle getirmektedir.
Bahsi geçen projemizin yapılmaya başlandığı ve inşaatlarının devam ettiği dönemlerde, Türkiye ile Fırat ve Dicle nehirlerinin yatağında bulunan Irak ve Suriye arasında büyük problemler yaşanmıştır. Bunun temelindeki sebep, GAP dâhilinde yapılan büyük barajlardan ötürü yatak boyundaki devletlerin, Türkiye’nin suyu kontrol ederek daha az debi ile kendilerine göndereceği endişesidir. Bu endişe, zamanla büyük bir korku hâline gelmiştir; çünkü ırmaklardan gelen kilometrelerce küp suyun kesilmesi, bu ülkelerde hayatın duracağı anlamına gelmektedir. Bu sebepledir ki devletler, GAP’ı kendi millî çıkarlarını zedeleyici bir proje olarak algılamışlar ve tanıtmışlardır. Devletler arasındaki güvensizlikten doğan bu ortam, zamanla yerini daha da güvensiz ve düşmanca ilişkilere bırakmıştır. Politik olarak sorunlar farklı planlarla çözülmeye çalışılsa dahi Suriye hükümeti, tabiri caizse, isyankâr ve sinsice siyasetine devam etmiştir. Gerek üç aşamalı plan, gerekse alternatif kaynaklardan gelen boru hatları düşünceleri bu devletlerce reddedilmiştir. Bunun yanında Türkiye ile istedikleri şekilde anlaşamayan ve savaşı da göze alamayan malum devletler, projeyi durdurmak için terörizmi ve ekonomiyi sinsice kullanmayı seçmişlerdir.
1990’lı yılların Türkiye’de terör yılları olarak anılmasının temel sebeplerinden birinin de GAP olduğunu söyleyebiliriz. Suriye Devleti, Türkiye’de katliamlar yapan PKK terörist grubunu, sözüm ona kendi çıkarlarını korumak adına öylesine desteklemiştir ki teröristleri eğitmesinin yanı sıra elebaşları Öcalan’ın da topraklarında ikamet etmesine müsaade etmiştir. Bu durum Türkiye ile Suriye’nin devamlı gergin ilerleyen ilişkilerinin kaynağı olmuştur. Bir yandan GAP üzerinden su konusunda bastıran Suriye, diğer yandan Türkiye’de pek çok ölümün sebebi hâline gelmiştir. Özellikle 90’lı yıllarda halk arasındaki bir söylem o günleri anlatmak için fevkalade bir örnektir. Öyle ki Türkiye kamuoyuna göre Suriyeliler “Ellerindeki kanı temizlemek için suya ihtiyaç duymuşlardır”. Netice itibarıyla Türkiye tarafından Suriye’ye ardı ardına gönderilen uyarılara rağmen Suriye, Öcalan’ı “beslemeye” devam etmiştir. Türkiye için sabrın taştığı bir noktada, 1998 yılında, Türk hükümeti Suriye sınırına asker yığmış ve Öcalan’ı göndermesi için Suriye’ye nota vermiştir. Büyük bir krizin eşiğinden dönen iki devlet, bu çatışma noktasından sonra daha dostça ilişkilerin olacağı bir yola girmiştir. Sonuç olarak sınır aşan sular olan Fırat ve Dicle, bu bölgede çeşitli çatışmalara ve anlaşmazlıklara sebep olmuştur.
Suriye ile Türkiye arasında yaşanan su sorunu tabii ki bu alandaki tek örnek değildir. Orta Doğu gibi su kaynaklarının kısıtlı olduğu bir bölgede su konusunda çatışma olmaması düşünülemez. Bölgedeki bir diğer büyük sorun, savaşlara dahi sebep olmuş Golan problemidir. Golan, Suriye’nin güneybatı bölgesinde bulunan tepelik ve su kaynakları bakımından verimli bir arazidir. Bölgedeki verimli kaynaklar ve birden çok ülkenin buraya sınır komşusu konumunda olması, bölgeyi stratejik olarak çok önemli bir yere oturtur. Bu sebepledir ki İsrail’in gözü her daim bu bölgede olmuştur. 6 Gün Savaşı, Yom Kippur Savaşı gibi savaşlara sebep olan Golan Tepeleri, son hâliyle Birleşmiş Milletler çözümleri doğrultusunda karara bağlanmıştır; fakat bünyesinde hâlen çözüme kavuşturulamamış problemler barındırmaktadır. Bunların sebebi, İsrail’in bölgeyi ele geçirdiğinde uyguladığı yerleşme politikalarıdır. İsrail’in 2000’lerde bölgede kurduğu Yahudi yerleşim alanları 30’u aşmıştır ve İsrail, nüfuz politikasıyla toprakları kendisine tamamen bağlamanın yollarını aramaktadır. Aynı zamanda bölgedeki önemli su kaynaklarından Banyas ve Kadı Nehirleri’nde barajlar kurarak suya hâkim olma telaş ve gayretine girmiştir. İsrail’in, sahip çıktığı bu suları kullanmasının yanı sıra suya kanalizasyon ve nükleer atıklarını da karıştırması, Suriye için apayrı bir sorun oluşturmuş ve krizi daha da derinleştirmiştir. Suriye, aynı Türkiye’ye karşı PKK’yı kullandığı gibi, kendi çıkarlarını savunma doğrultusunda, İsrail’i tehdit eden Hizbullah grubuna da destek vermiştir. Yani Suriye, su kaynakları konusundaki politikalarının zedelenmemesi için her türlü yolu denemiştir.
Su kaynaklarının paylaşımı politikalarındaki bir diğer kriz, Nil Nehri üzerinde yaşanmaktadır. Bilindiği gibi Nil nehrinin denize döküldüğü bölgede kurulan ilk uygarlık Mısır uygarlığıdır. Doğal olarak uygarlıklar, akarsuların denizle birleşen havzalarında meydana gelmiş ve bu medeniyetler, deniz kıyısından başlayarak suyun kaynağına doğru ilerlemişlerdir. Neticede çok eski uygarlıklara ev sahipliği etmiş Mısır topraklarının, insanlar açısından yaşanabilir olmasını sağlayan yegâne kaynak Nil nehridir. Bunun yanında bilmeliyiz ki Nil nehri, kaynağını Mısır topraklarından almayan, sınır aşan bir sudur. Çeşitli kollarıyla beraber neredeyse Afrika’nın bütün doğu kısmını kapsayan bir uzunluktadır. Nil’in doğum noktaları olarak adlandırabileceğimiz kaynaklar, temelde Sudan ve Etiyopya topraklarındadır. Kriz de bu sebeple ortaya çıkmaktadır. Etiyopya, Nil nehrinin beslendiği kaynağa büyük bir baraj olan Rönesans Barajı’nı yapmak istemektedir. Mısır’ın millî çıkarlarına tamamen ters düşen bu karar, kırmızı çizgi olarak addedilmektedir. Bu sebeple ortaya çıkan anlaşmazlıklarda Etiyopya, barajın bölgeye barış getireceğini iddia etse de Mısır devleti, bu konularda Sudan’ın ve kendisinin veto edebilme yetkisinin de olması gerektiğini savunmaktadır. Mısır, Nil’in debisindeki herhangi bir düşüşü kabul edemeyeceğini özellikle vurgulamaktadır. Bunun sebebi Nil üzerinde İngiliz mandasından beri süregelmiş ayrıcalıklarıdır. Bu ayrıcalıklar devlet için öyle önemlidir ki 1979 yılındaki söyleme göre bu haklardaki herhangi bir olumsuz değişiklik, Mısır için açık bir savaş sebebidir ve bundan çekinmeyecektir.
Gördüğümüz gibi su kaynakları, devletlerin millî çıkarları içerisinde büyük bir önem arz etmektedir. Yağış miktarının çok az olduğu Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) bölgesi akarsulara ve yeraltı sularına bel bağlamaktadır. Yaşamın devam edebilmesi için hayati önem taşıyan kaynaklar, ülkeler arasında çatışmalara sebep olmakta, politik gerginliklerin yanı sıra savaşlara kadar giden büyük krizleri doğurmaktadır. Bütün ülkeler, kaynakları kendi çıkarları doğrultusunda tam bağımsız olarak kullanmak isteseler de bölgede her devletin tam bağımsız haklarla kullanabileceği yeteri kadar kaynak bulunmamaktadır. Bu isteğin temelinde de güvensizlik yatmaktadır. Devletler birbirlerine verilen sözlerin yerine getirilmeyeceği ve gerektiğinde baskı unsuru olarak suyun kullanılabileceği endişesiyle akarsuların kaynaklarında hak iddia etmekte, meşru veya gayrimeşru her yolu denemektedirler. Kaynağa erişemediklerinde ise karşılarındaki devletlerin iç meselelerinde büyük problemler yaratarak de facto durum oluşturmaya çalışmaktadırlar. Bunun örnekleri, diğer su kıtlığı çeken bölgelerde de görülebilmektedir. Bir dönem Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Meksika arasında da bu tür sorunlar yaşanmıştır. Yani yıllık yağış miktarındaki yetersizlik, su fakiri bölgelerde sürüp gidecek birçok soruna gebedir.
Öngörüde bulunurken çok zorlanmayacağımız bir konu varsa o da Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da bölgeyi tamamen çıkmaza sokacak günlerin, tabiri yerindeyse, bağıra bağıra geldiği gerçeğidir. Bunun emareleri arasında; bölgede artan nüfus, buna bağlı olarak tüketilen ve kirletilen su kaynaklarının doğurduğu sıkıntılar ve küresel ısınma tehlikesi sayılabilir. Çözüm olarak ortaya konacak kesin bir çare ilk bakışta akla gelmemektedir. Bunun sebebi, bölge devletlerinin, realist teoride de belirtildiği gibi, güvensiz ortamda kendilerini güvenceye almak amacıyla bencil politikalar izleme eğilimleridir. Netice itibarıyla hiç kuşku duymadan söyleyebiliriz ki dünyanın gidişatına göre geleceğimizdeki uluslararası ilişkilerde en büyük sorunlar ve dünya savaşları su kaynakları üzerinden çıkacaktır.
A. Emre BİLGİÇ
Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Kaynakça
Atlıoğlu, Yasin. “Beş Soruda Golan Meselesi”.Bilgesam. 16 Temmuz 2009. Web. 30 Kasım 2016.
Firik, Mehmet. “Afrika’da Nil Sularının Paylaşımı Sorunu”.Mısır Bülteni. 13 Şubat 2015. Web.1 Aralık 2016.
“GAP Nedir? Faydaları Nelerdir? GAP Hangi Şehirleri Kapsar?”Bilgi Birikimi. 8 Haziran 2012. Web. 30 Kasım 2016.
Geldi, Mahmut. “Suriye’nin Golan Tepeleri ile Başlayan Sorunu”.HaberTürk. 18 Şubat 2011. Web. 30 Kasım 2016.
İmer, Sencer. “Ortadoğu’daki Son Gelişmelerde Su Politikaları Gözden Kaçırılmamalı”. Orsam. 1 Nisan 2011. Web. 1 Aralık 2016
https://tr.wikipedia.org/wiki/Batman_Baraj%C4%B1_ve_Hidroelektrik_Santrali Erişim Tarihi: 29 Kasım 2016.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Keban_Baraj%C4%B1_ve_Hidroelektrik_Santrali Erişim Tarihi 29 Kasım 2016.
http://www.gap.gov.tr/gap-nedir-sayfa-1.html Erişim Tarihi: 29 Kasım 2016.