15 Temmuz 2017
Tek başına yola çıkmanın zamanı gelmişti.
Önce Ukrayna’nın Lviv ve Kiev kentlerinde toplam sekiz gün geçirdikten hemen sonra kendimi Türkiye’nin sayısız cennetlerinden biri olan Adrasan’a attım.
Adrasan, Antalya’nın merkezine 95 km uzaklıkta, güneybatı istikametinde bulunan Kumluca’ya bağlı şirin bir belde. Konum olarak Mavi Kent ile Olimpos’un tam arasında kalıyor.
Adrasan’a gitmek için ilk olarak Antalya Şehirlerarası Otobüs Terminali’ne geldim. Buraya geldiğimde beni İlçeler Terminali karşıladı.
Çiçek Tur adı verilen bir toplu taşıma şirketi neredeyse Antalya’nın her tarafına belirli zaman aralıklarıyla seferler düzenliyor. Hemen bu şirketin bir minibüsüne atladım (bu arada kolayca otostop ile de seyahat edebilirsiniz, sadece ayın aşırı sıcak olan temmuz ayı olmadığına emin olun!).
Minibüs ile yolumuza devam ederken yan koltuğumda seyir etmekte olan Hasan Ağabey ile tanıştım. Kendisi Burdur’un Yeşilova ilçesinden idi. Bana yol boyunca bol bol Salda Gölü’nden ve ilçesinin coğrafi güzelliklerinden bahsetti.
Salda Gölü’nü de “oraya bir gün muhakkak gitmeliyim!” diyerek kafamın bir köşesine yazdım!
Muhabbet koyu bir şekilde devam ederken, iki saate yakın bir süre zarfında Adrasan’a ulaştığımızı fark ettim.
Minibüs, sahildeki ilk durak olan Dereboyu’nda beni indirdi. İndiğim ilk andan itibaren çadırımı kurabileceğim bir yer arayışına girdim. Buraya daha önce hiç gelmemiştim.
Sahil boyunca yürümeye, beldeyi keşfetmeye karar verdim. Fakat, bu keşif sonunda ülkedeki turizmin günden güne oteller, hosteller ve pansiyonlar tarafından katledildiğine, doğanın köşe bucak parsellendiğine bir kez daha şahit oldum.
Belde içinde o yörenin insanına sorular sordum, tavsiyeler aldım. Bunun karşılığında öğrendiğim, ücretsiz kamp yapılacak hiçbir alanın olmadığı, çadır kurmanın yasaklandığı, ve dahası, kurulan çadırların zabıta tarafından apar topar kaldırılıp götürüldüğü gerçeği idi. Kime sorduysam bana az ilerideki ücretli kamp alanlarını işaret ediyordu. Kapitalizm artık doğayı da tam anlamıyla avucunun içine almıştı anlaşılan.
Her zaman olduğu gibi umudumu yine bu boş laflarla yitirmedim. Doğayı keşfetmeye devam ettim. Elbet de doğanın bana açacağı bir bağrı vardı.
Adrasan’ın hemen sağ tarafına doğru bir kumsal olduğunu fark ettim. Bu yolu amansızca takip ettim. Beni, tarif edemeyeceğim mavilikte suyu ve nefis çam kokularıyla Balıkçı Koyu karşıladı.
Ve sonunda cenneti bulmuştum!
Çadır kurmanın ve ateş yakmanın yasak olduğu (!) Balıkçı Koyu’nda iki gece kamp yaptım.
Bu koy, eskiden balıkçılar tarafından aktif şekilde kullanılıyormuş ama günümüzde yalnızca birkaç şirin teknenin bağlandığı bir cennet. Ayrıca, Adrasan sahiline göre doğayla daha iç içe, daha havadar ve daha bakir bir konumda.
Gece cırcır böceklerinin senfonisiyle uyuyup sabah Güneş tam üzerinize doğarken çam sakızı kokularıyla uyandığınızı hayal edin…
Adrasan’daki Balıkçı Koyu’na gelmeyi düşünen arkadaşlara küçük tavsiyeler:
Burada kamp yapmak bir ay önce yasaklanmış (!). Gün içerisinde zabıta ekipleri apar topar gelip çadırınızı toplayabiliyor (amaç, koya yakın bölgedeki otel veya pansiyonların kâr marjını yükseltmek). Bu yüzden de hava kararmaya başladıktan sonra çadırı kurup gün ışıdıktan sonra kaldırmak gerekiyor.
Özellikle gece vaktinde kamp yaptığınız alanda akrep ve yılan tehditlerine karşı gözünüzü dört açmanızı öneririm. Beyaz akrep popülasyonunun burada yoğun olduğunu lütfen unutmayın.
Koyun sol tarafında bir mağara bulunuyor. Buraya yüzerek ulaşabilir ve böylece su altı güzelliklerinin tadına doyasıya varabilirsiniz!
Adrasan’daki Balıkçı Koyu’nda yaptığım kampın ayrıntılarına ulaşmak ve su altı güzelliklerine şahit olmak için bağlantıdaki videoyu izlemeyi unutmayın!