Émile Zola’nın Hayatının İlk Yılları ve Babası
Émile Zola, 2 Nisan 1840 tarihinde Paris’te dünyaya gelmiştir. Zola’nın hayatının ilk dönemleriyle ilgili detaylı bilgi maalesef bulunmamaktadır. Ünlü yazarın bir hatıratının bulunmaması ve eserlerinde ömrünün ilk yıllarından bahsetmemiş olması bu bilgi eksikliğinin temel nedenleridir. Bununla birlikte yazarın ömrünün ilk yıllarında yaşadığı bir dram ve bundan kaynaklanan maddi ve manevi zorluklar, ünlü yazarın kişiliğinin oluşmasında çok önemli rol oynamıştır. Öyle ki bu dram, yazarı anlatırken sıkça kullanılan “depresif” sıfatının temelini oluşturmuştur.
Émile Zola’nın[1][2] daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle ünlü yazarın babasından kısaca bahsedilmesi gerekmektedir. Émile Zola’nın babası François Zola aslında Venedikli bir İtalyandır (bu nedenle Émile Zola için İtalya’nın yeri her zaman ayrı olmuştur). Fransız vatandaşı olmadan önceki adı Francesco Zolla olan bu şahıs mühendistir. François Zola, mühendislik eğitimini askerî okulda aldığından dolayı Venedik, Napolyon Bonapart tarafından ele geçirildikten sonra kendisi Fransız ordusunda subay olarak görev yapmıştır. Venedik’in Fransız hâkimiyetinden çıkıp Avusturya İmparatorluğu hâkimiyetine girmesiyle birlikte Avusturya’ya gidip mesleğini orada icra etmeyi sürdürmüştür. Kendisinin Avusturya’da ilk demiryolu hattını inşa eden kişi olduğu söylenmektedir. Ancak François Zola, işler burada da yolunda gitmeyince, 1830 yılında Fransa’ya gitmiştir. Fransa’da Fransa’nın ilk kemer barajını (Zola Barajı) inşa etmiştir.[3]
François Zola, iş için Fransa’nın güneyine ailesiyle birlikte gitme kararı almıştır. Böylece Émile Zola, henüz 3 yaşındayken, annesi ve babasıyla birlikte Paris’i terk ederek Fransa’nın güneyine, Aix-en-Provence’a yerleşmiştir. Ancak aile ülkenin güneyine gittikten kısa bir süre sonra, Émile Zola 6 yaşındayken, François Zola zatürreden hayatını kaybetmiştir. Babasının cenazesi, Émile Zola’nın çocukluk yıllarından paylaştığı ilk ve tek anısıdır.
Eşinin vefatı üzerine ünlü yazarın annesi Émilie Zola, eşinin şirketteki unvanı, hissesi ve geliri üzerine hak iddia edememiştir. Kendisi, şirketin diğer paydaşları tarafından baskılanmıştır ve susturulmuştur. Bunun üzerine ekonomik gelirini kaybeden Émilie Zola, oğluyla çok ciddi maddi sıkıntılar yaşamaya başlamıştır. Bu nedenle Émile Zola, henüz küçük yaşlarında yoksulluğu ve yoksulluğun insanlara çektirdiği zorlukları şahsen yaşamıştır.[4] Yazarın “başkaldırıcı/isyankâr” yanının annesiyle birlikte bu yıllarda yaşadığı zorluklardan kaynaklandığı düşünülmektedir.
Bu dönemde ünlü yazarın babasına karşı aynı anda hissettiği hayranlık ile babasının kendilerini “terk etmiş” olmasından kaynaklanan kızgınlık, yazarın iç dünyasını altüst etmiştir. Buna ek olarak ünlü yazar, babasının sahip olduğu maddi zenginliğe ve unvana, kısacası sosyal statüye, tekrar sahip olabilmek için hayatı boyunca çalışmak zorunda kalmıştır. Söz konusu maddi ve sosyal statü kayıplarından kaynaklanan hırsı da kendisini hayatı boyunca terk etmemiştir. [5]
Émile Zola’nın Çocukluğu ve Gençliği
Babasının vefatı üzerine annesiyle birlikte Aix-en-Provence’ta yaşamaya devam etmiş olan Zola, burada başarılı bir öğrencilik hayatı geçirmiştir. Ayrıca ünlü yazar, burada çocukluğunda edinmiş olduğu bazı dostluklarını hayatı boyunca sürdürmüştür. Bunlardan en önemlisi, Zola 10 yaşındayken kendisi o dönemde 11 yaşında olan geleceğin ünlü ressamlarından Paul Cézanne ile başlamış olan dostluğudur.[6] Zola, ayrıca, geleceğin ünlü bilim insanlarından Jean-Baptistin Baille ile yine Aix-en-Provence’ta çocukluk yıllarında tanışmıştır.
1858 yılında Paris’e annesiyle birlikte dönen Zola, orada yine finansal sıkıntılarla başa çıkmak zorunda kalmıştır. Kendisinin “Paris’te yoksul olmak, iki kez yoksul olmaktır” sözleri, özellikle de Paris’te yoksul olmanın zorluklarını anlatmaktadır. Bu dönemde yeterince ders çalışmayan Zola, iki kez girdiği üniversite sınavlarında başarısız olmuştur. İlerleyen dönemlerde, üniversiteye girmesi durumunda yaşayacağı finansal sorunları düşünüyor olmasının bu başarısızlığında önemli rol oynadığını söylemiştir. Hayatının bu döneminde Zola sürekli olarak Dickens, Molière, Montaigne, Michelet, Musset, Shakespeare, Hugo v.b. farklı yazarları okuyup kendini edebî alanda geliştirmeye çalışmıştır.
1862 yılında Hachette adlı yayınevinde paketleme işinde çalışmaya başlayan Zola, burada bir süre sonra dikkat çekmiştir ve terfi alarak yayınevinin basın sözcüsü olmuştur. Hachette, bu dönemde modern yazarların eserlerini yayımlayan bir kurum olduğundan dolayı Zola, burada modern edebiyat ve felsefe dünyasıyla tanışmıştır. Böylece edebî tarzını bulma yolunda ciddi adımlar atmıştır.
Zola bu dönemde, sahip olduğu işi sayesinde, artık yoksulluktan kurtulmuştur. Ayrıca, yine bu dönemde gazetecilik kariyerine başlamıştır. Söz konusu gazetecilik kariyeri ömrünün sonuna kadar devam etmiştir ve yazar, vefatına kadar sürekli olarak çeşitli gazetelerde yazmayı sürdürmüştür. Bu gazetecilik deneyimi esnasında kullandığı “saha çalışması” yöntemi, ünlü yazarın romanlarında da kendini göstermiştir ve eserlerini gerçekçi bir çerçevede yazmasını sağlamıştır.[7]
Bu dönemde, 1864 yılında, Zola’nın ilk eseri “Ninon’a Öyküler (Fransızcada “Contes à Ninon”)” yayımlanmıştır.[8][9] Ninon’a Öyküler’i 1867 yılında yayımlanan ve yazarı ilk kez ünlendiren Thérèse Raquin adlı eser izlemiştir.
Zola, bu dönemde aynı zamanda sanat eleştirmenliği de yapmıştır. İzlenimcilik (Fransızcada “impressionnisme”) akımını ve bu akımın temsilcileri olan dostlarını yazılarıyla savunmuştur. Bazille, Degas, Renoir, Fantin-Latour, Pissaro, Monet, Cézanne ve Manet, Zola’nın savunduğu izlenimci dostlarına örnek gösterilebilir. Bunların arasından Manet, sanatını savunduğundan dolayı kendisine teşekkür edebilmek amacıyla Zola’nın portresini bile yapmıştır:

1867 yılında Honoré de Balzac’ın İnsanlık Komedyası adlı serisini okumayı tamamlamış olan Zola, Rougon-Macquart adlı serisi ile ilgili çalışmalarına artık başlama kararı almıştır ve bu dönemde çalışmakta olduğu yayınevinden ayrılarak kendini artık eserlerine, gazeteciliğe ve eleştirmenliğe adamıştır.[10][11] Ancak, Rougon-Macquart serisinden bahsetmeden önce Zola ile artık özdeşleşmiş olan natüralizm (doğalcılık) akımından bahsetmek gerekmektedir.
Natüralizm (Doğalcılık) ve Émile Zola
Kimileri tarafından natüralizm akımının kurucusu olarak kabul edilen Zola, bu akımın en büyük temsilcilerindendir.[12] Gerçekçilik (realizm) akımını daha ileri taşıyan natüralizm edebî akımına göre bir eserde aktarılan olaylar ve kişiler, âdeta pozitif bilimlerdeki gibi, ciddi bir araştırmaya dayanmalıdır ve aktarılanlar kusursuz bir gerçeklikle, bütün çıplaklığıyla, tüm boyutlarıyla ve kesin bir tarafsızlıkla aktarılmalıdır. Natüralizm ile realizm arasındaki en büyük farkın, yapılan araştırmanın temelinde bulunan “bilimsellik” olduğu söylenebilir.
Bu nedenle, Emile Zola’nın eserlerinde “araştırmaya dayanma”, “olayı veya kişileri tüm boyutlarıyla anlatma” ve “gerçek ve tarafsız olma” özelliklerine rastlanmaktadır.[13] Bununla birlikte Zola için “sanatçı” olmak, görülenin olduğu gibi aktarılmasından farklı bir olgudur. Bir sanatçı eserine kendisinden, kendi kişiliğinden bir şeyler katmalıdır. Bu nedenle de Zola, sanatçının kendisinden bir şeyler içermeyen eserleri sanat dışı bulmuştur ve bu eserleri ağır bir biçimde eleştirmiştir. Örneğin, sanatçısının kendisinden bir şeyler içermediğini düşündüğü “Parke Rendeleyenler/Rendeleyicileri (Fransızcada “Les raboteurs de parquet”)” adlı tablodan Zola, resmen nefret etmiştir:

Zola, nasıl çalıştığını anlatırken birincil kaynak olarak kendisini, kendi gördüklerini ve duyduklarını kullandığını belirtmiştir. Daha sonra yazar, ikincil kaynak olarak, yazılı kaynaklardan faydalandığını ifade etmiştir. Söz konusu birincil ve ikincil kaynaklardan yeterli bilgiyi topladıktan sonra yazar, hayal gücünün ve içgüdülerinin eserin yazımını gerçekleştirdiğini söylemiştir.
Zola’nın söz konusu edebî akım kapsamında yazmış olduğu Rougon-Macquart serisi, natüralizmin en iyi biçimde sunulduğu ve temsil edildiği eserlerden oluşmaktadır.
Rougon-Macquart Ailesi: İkinci İmparatorluk Döneminde Bir Ailenin Doğal ve Toplumsal Tarihi
19. yüzyılda yaşanan sosyal, politik ve endüstriyel değişiklikler tüm dünyayı şekillendirmiştir. Söz konusu değişikliklerin Fransız toplumu üzerindeki etkisiyle ilgilenen Émile Zola, bu etkileri 1871 yılında Rougon’ların Yükselişi adlı romanın yayımlanmasıyla başlayarak 1893 yılında Doktor Pascal adlı romanın yayımlanmasıyla son bulmuş olan, toplamda yirmi romandan oluşan ve Fransızcada “Les Rougon-Macquart: Histoire naturelle et sociale d’une famille sous le Second Empire (Türkçede “Rougon-Macquart Ailesi: İkinci İmparatorluk Döneminde Bir Ailenin Doğal ve Toplumsal Tarihi”)” adlı (Fransızcada kısaca “Les Rougon-Macquart”) seride anlatmıştır. Yazar, yirmi eserlik Rougon-Macquart serisini yirmi iki yıllık bir sürede tamamlamıştır. Bunu başarabilmek için de oldukça fazla çalışmıştır. Rougon-Macquart serisinin kitapları kronolojik olarak şöyledir:
- La Fortune des Rougon (Rougon’ların Yükselişi) (1871)
- La Curée (Oyun Bitti) (1871)
- Le Ventre de Paris (Paris’in Karnı) (1873)
- La Conquête de Plassans (Plassans’ın Fethi) (1874)
- La Faute de l’abbé Mouret (Rahip Mouret’nin Günahı) (1875)
- Son Excellence Eugène Rougon (Ekselansları Eugène Rougon) (1876)
- L’Assomoir (Meyhane) (1877)
- Une page d’amour (Bir Aşk Sayfası) (1878)
- Nana (1880)
- Pot-Bouille (Apartman) (1882)
- Au Bonheur des Dames (Kadınların Cenneti) (1883)
- La Joie de Vivre (Yaşama Sevinci) (1884)
- Germinal (1885)
- L’Œuvre (Eser) (1886)
- La Terre (Toprak) (1887)
- Le Rêve (Rüya) (1888)
- La Bête Humaine (Hayvanlaşan İnsan) (1890)
- L’Argent (Para) (1891)
- La Débâcle (Bozgun) (1892)
- Le Docteur Pascal (Doktor Pascal) (1893)
Zola, natüralist bir yazar olarak, yazacağı kitap serisini bilimsel bir temel üzerine oturtmak istemiştir. Ünlü yazar, seriyi oluşturan kitaplardaki karakterlerin arasındaki ilişkileri ve bağları, “üreme vasıtasıyla genetik özelliklerin bir nesilden diğerine aktarılması (Fransızcada “hérédité familiale”)” temeline dayandırmıştır. Söz konusu bilimsel temeli yazar, 1868 yılında okumuş olduğu iki eserden almıştır.[14] Daha sonra Zola, söz konusu “kalıtımsal aktarım” temeli üzerine oturtacağı aileyi kurgulamıştır. Bu ailenin üyelerini ve tüm kalıtımsal özelliklerini (kimin fiziksel açıdan kime benzediği, karakter olarak kimin kimden hangi özellikleri aldığı v.b.) açıklayan bir soy ağacı çizmiştir. Bu soy ağacı, Rougon-Macquart serisinin iskeletini oluşturmuştur.[15] Söz konusu soy ağacı şöyledir:

Yazarın ilk başlarda “Kökenler (Les Origines)” olarak adlandırmayı düşündüğü, ancak vazgeçtiği serinin ilk eseri olan Rougon’ların Yükselişi’nin ön söz kısmında Zola, serinin başkarakterlerinin sahip olacağı temel kalıtsal özellik hakkında bilgi vermektedir. Ayrıca yazar, yine bu ön sözde, bu ailenin bireylerinin yaşadıkları bireysel deneyimler vasıtasıyla İkinci İmparatorluk’un anlatıldığını da belirtmektedir. Bu kapsamda, Rougon-Macquart serisinin aşağıdaki iki özelliği ön plana çıkmaktadır:
- Belirli bir aileden bahsetmesi: Seri, Rougon ve Macquart ailelerinden bahsetmektedir. Adélaïde Fouque, bir Rougon ile evlidir ancak bir de Macquart sevgilisi vardır. Bu ikili ilişkilerinden hem Rougon’lar hem de Macquart’lar doğmuştur. Adélaïde Fouque hem duygusal hem de cinsel olarak arzularını aşırı yaşayan birisidir. Kendisinin âşığı olan Macquart ise alkoliktir. Bu nedenle serinin tüm karakterlerinde “bazı arzuları, duyguları aşırı yaşama” özelliğine, Macquart tarafında ise bazen “alkolizme” rastlanmaktadır. Ayrıca, eserlerin başkarakterlerinde kendilerinden önceki nesillerin fiziksel özellikleri de bulunmaktadır.
- Belirli bir dönemden bahsetmesi: Seri, İkinci İmparatorluk Dönemi’nden (1851-1870) bahsetmektedir. Bu dönemin toplumunu, bu toplumun nasıl yaşadığını farklı hikâyeler vasıtasıyla anlatmaktadır. Serinin ilk eseri olan Rougon’ların Yükselişi, 2 Aralık 1851’de Louis-Napolyon Bonaparte tarafından gerçekleştirilen darbe ile kurulmuş olan İkinci İmparatorluk’un başlarında geçmektedir. On dokuzuncu eser olan Bozgun (La Débâcle), 1870 yılındaki Fransa-Almanya Savaşı’ndan ve sonrasında 1871’de kurulmuş olan Komün’den bahsetmektedir. Yirminci eser olan Doktor Paskal ise, İkinci İmparatorluk’un çöküşü sonrasındaki Fransa’da geçmektedir. Yani kronolojik olarak on dokuzuncu eserden daha sonraki bir zaman diliminde yer almaktadır. Ancak Doktor Paskal’ın kaç yılında geçtiğiyle ilgili kesin bir bilgi yoktur. Bu nedenle de Rougon-Macquart serisinin kronolojik açıdan “19+1” şeklinde toplamda yirmi eserlik bir seri olduğu söylenmektedir.
Rougon-Macquart serisi aslında Zola’nın ideolojisinin bir yansımasıdır. Zola, İkinci İmparatorluk’un tarihin akışına ters olan, var olmaması gereken bir rejim olduğunu düşünmüştür ve bu rejimin bir an önce yok olmasını (III. Napolyon’un düşüşünü) arzulamıştır. Böylece tarih, doğal akışı olan “demokraside” yoluna devam edecektir. Yazar, cumhuriyet rejiminin yıkılarak yerine İkinci İmparatorluk’un geçmesini cumhuriyete bir hakaret olarak görmüştür. Bu nedenle İkinci İmparatorluk’u sevmeyen ve eleştirmek isteyen Zola, Rougon-Macquart serisinde oldukça olumsuz bir İkinci İmparatorluk imajı çizmiştir. Bunu yaparak aslında İkinci İmparatorluk’a saldırmıştır.
Bu nedenle Zola, serisinde, genetik açıdan sorunlu olan Rougon-Macquart üyelerinin, yine sorunlu bir dönem olan İkinci İmparatorluk Dönemi’nde yaşadıklarını natüralist bir bakış açısıyla kaleme almıştır. Yani ünlü yazara göre seride aile kadar dönem de sorunludur. Bu nedenle serinin neredeyse hiçbir kitabı mutlu sonla bitmemektedir. Bu da aile ile dönemin kaderini bir kılmaktadır. Yani İkinci İmparatorluk’un, Almanya karşısında yenilgisiyle son bulan kaderini Rougon-Macquart ailesinin üyeleri de çoğunlukla yaşamaktadırlar. Ailenin kaderi, içinde yaşanılan uğursuz imparatorluğun kaderinden farklı değildir. Yalnızca Doktor Paskal adlı eserde aydınlık bir kader, parlak bir gelecek tablosu çizilmektedir.
Yazar, eserlerinde, birbiriyle kan bağı olmasına rağmen Fransız toplumunda aynı sosyal statülere sahip olmayan Rougon-Macquart ailesinin üyeleri vasıtasıyla İkinci İmparatorluk içerisindeki farklı sosyal sınıflara değinmiştir. Örneğin, Germinal ve Meyhane adlı eserleriyle işçilerden, Toprak adlı eseriyle köylülerden, Para ve Oyun Bitti adlı eserleriyle finans dünyasından, Nana adlı eseriyle soylulardan bahsetmiştir. Zola’nın adının 19. yüzyılın ünlü “halk romancılarının” arasında sıkça anılmasının nedeni de budur.[16] Çünkü yazar Toprak, Meyhane, Germinal v.b. eserlerinde halka yer vermiştir. Bu halktan olduğu gibi bahsetmiştir. Söz konusu halk sömürülmektedir, alkolizm pençesindedir ve yoksuldur. Bu açıdan bakıldığında Rougon-Macquart serisi ciddi bir sosyolojik araştırma olarak kabul edilmektedir.
Belirtilmesi gerekir ki seride bir “devamlılık” ve “hikâye bütünlüğü” söz konusu değildir. Belki de bu nedenle Fransızcada bu seri için “série” değil de “cycle” kavramı kullanılmıştır. Serinin her bir kitabının hikâyesi birbirinden bağımsızdır. Serinin bir eserinin anlaşılması için başka bir eserin okunmasına kesinlikle gerek yoktur.
Rougon-Macquart serisinden sonra Zola, “Üç Şehir (Fransızcada “Les trois villes”)” adlı serisine 1893-1898 yılları arasında çalışmıştır ve bu seri, yazarın vefatından önce yayımlanmıştır. Daha sonra Zola, “Dört İncil (Fransızcada “Les Quatre Évangiles”)” adında dört kitaplık başka bir seriye başlamıştır. Bu serinin üç kitabını (Döl Bereketi (Fécondité), Emek (Travail) ve Gerçek (Vérité)) yazarak tamamlamıştır, ancak dördüncüsünü (Adalet (Justice)) tamamlamaya ömrü maalesef yetmemiştir.
Rougon-Macquart serisinden Meyhane adlı eser Émile Zola’nın hayatında ciddi değişikliklere neden olduğundan dolayı bu eserden biraz bahsetmek gerekmektedir.
Meyhane Adlı Eser, Bu Eserin Başarısı ve Zola’nın Yükselişi
Meyhane, Émile Zola’yı henüz sağ iken unutulmaz edebiyatçılar arasına sokmuştur ve ünlü yazarı “yaşayan bir efsane” hâline getirmiştir. Zola’nın bu eseri çok ciddi bir başarı elde etmiştir ve pek çok kişi tarafından okunmuştur. Rougon-Macquart serisinin yedinci kitabı olan eser, 1877 yılında yayımlanmıştır. İşçi dünyasının alkolizmden dolayı yaşadığı sorunlara ve gittikçe yozlaşmasına değinen bu eser aynı zamanda sömürülen, aşağılık görülen kadınlardan da bahsetmektedir.
Eser, Paris’in kuzeyinde bulunan “Goutte d’Or” adlı semtte geçmektedir. Söz konusu semt, zamanında üzüm bağlarının bulunduğu ve şarap üretilen bir semttir. Semtin adının alkol ile tarihî bir bağının bulunması, büyük bir ihtimalle tesadüfi değildir. Zola, eserini yazmadan önce bu semte gidip etrafı gözlemlemiştir, insanlarla konuşmuştur ve gezinmiştir. Bu çalışması sayesinde edindiği bilgilerle daha sonra eserini yazmaya koyulmuştur.
Eserde işçilerin alkolizm sorununa değinilmesi, işçiler tarafından yanlış anlatıldıklarının/gösterildiklerinin düşünülmesine neden olmuştur. Bu nedenle Zola, bu eseriyle olumlu olduğu kadar olumsuz tepkiler de almıştır. Ancak ünlü yazar eserinde, söz konusu alkolizm sorununun temelinde işçilerin sömürülmesi olgusunun yattığını anlatmaya çalışmıştır. Bu nedenle Zola’ya göre işçilerin alkolizm sorunu, bu sınıfın kendisinin suçu değildir. İşçiler, sömürülmenin kurbanıdırlar. Asıl suçlu olanlar sermaye sahipleridir.
Émile Zola, Meyhane’nin başarısıyla elde ettiği maddi gelirle Paris’te kalburüstü Ballu Caddesi’nde (Fransızcada “Rue Ballu”) bir apartman dairesi ve 1878 yılında, Paris’e çok da uzak olmayan Médan adlı yerleşim yerinde, Seine Nehri’nin yanında bir kır evi satın almıştır. Ünlü yazar, artık birincil konut olarak Médan’daki kır evini kullanmaya başlamıştır.
Médan’daki Ev
Satın alındığı ilk dönemlerde küçüklüğünden dolayı Zola tarafından “tavşan kulübesi” olarak adlandırılmış olan bu kır evini ünlü yazar, edebî başarılarıyla doğru orantılı olarak zamanla büyütmüştür ve güzelleştirmiştir. Meyhane’den sonraki eserlerinin başarıları sayesinde elde ettiği gelirle evin ana binasının yanlarına “Nana” ve “Germinal” adında iki yan bina (kule) ekletmiştir.[17] Adından da anlaşılabileceği gibi “Nana” adlı eserin başarısıyla Nana adlı yan binayı, “Germinal” adlı eserin başarısıyla da Germinal adlı yan binayı yaptırmıştır. Yine ilerleyen dönemlerde Zola, evine antik mobilyalar almıştır ve pencerelerine vitray uygulatmıştır. Bunlara ek olarak, evine gelen konuklarının akşam kalabilmesi için evin yanına bir de küçük bina inşa ettirmiştir.
Zola, sakinliği bulduğu bu yeni evindeki çalışma odasında natüralist çalışmalarına devam etmiştir. Çalışma odasındaki şöminesinin üzerinde Latince “NULLA DIES SINE LINEA” yani “satır yazmadan bir gün geçirilmemelidir” (tam olarak “satırsız bir gün yok”) yazmaktadır.
Zola, Médan’daki evinde Édouard Manet, Paul Cézanne, Gustave Flaubert, Alphonse Daudet, Guy de Maupassant, Joris-Karl Huysmans, Paul Alexis, Léon Hennique, Henry Céard gibi pek çok sanatçı arkadaşını ağırlamıştır. Söz konusu buluşmaların neticesinde “Medan Akşamları (Fransızcada “Les Soirées de Médan”)” adlı eser ortaya çıkmıştır. Bu eser, 1870 Fransa-Almanya Savaşı etrafında şekillenmiş olan ve natüralizm akımı ile anlatılan toplamda altı yazar tarafından (Émile Zola, Guy de Maupassant, J.-K. Huysmans, Henry Céard, Léon Hennique, Paul Alexis) kaleme alınmış altı ayrı hikâyeyi içermektedir.
Rougon-Macquart Serisinde Doktor Paskal’ın Özel Yeri
Serinin yirminci ve son kitabı olan Doktor Paskal adlı eser 1893 yılında yayımlanmıştır. Bu eser, İkinci İmparatorluk’tan sonraki dönemde geçmektedir. İkinci İmparatorluk artık yıkıldığından dolayı bu eser bir “yeniden doğuş” romanı olarak kabul edilmektedir. Bu yeniden doğuşun kahramanı Doktor Paskal’dır.[18] Paskal, İkinci İmparatorluk boyunca kendi ailesinin tüm üyelerini tek tek araştırmıştır ve kendi ailesinin soy ağacını çıkartmıştır. Eserde, bu aile üyeleri hakkında elde ettiği bilgileri tek tek anlatarak aslında Doktor Paskal’dan önceki on dokuz eserin ayrı ayrı özetlerini sunmaktadır.[19] Doktor Paskal, ailenin hastalığının ne olduğu konusunda teşhisi koymuştur ve buna bir tedavi bulmak istemektedir.
Eserde Doktor Paskal’ın öz yeğeniyle yaşadığı (ensest) ilişkiden bir çocuk dünyaya gelmektedir. Bu çocuk aslında İkinci İmparatorluk sonrasında cumhuriyetin tekrardan doğuşunu ve bu cumhuriyetin geleceğini simgelemektedir. Zola, bu geleceğin umut dolu olduğunu düşünmektedir. Doktor Paskal’dan önceki on dokuz eserinde cinsel ilişkiye kötü bir olgu olarak bakan Zola, Doktor Paskal adlı eseriyle birlikte bu bakışını değiştirmektedir. Cinsel ilişkiyi aklamaktadır ve saflaştırmaktadır. Tüm bu nedenlerden dolayı Doktor Paskal, söz konusu karamsar seriyi mutlu sona bağlayan ve diğer eserlerle kıyaslandığında özel bir yere sahip olan bir eserdir. Zola, seriyi bu türden iyimser bir kitapla bitirerek büyük bir ihtimalle hayatta her şeye rağmen iyimser kalınması gerektiğini anlatmaya çalışmıştır.
Zola’nın Eşi Alexandrine Zola ve Metresi Jeanne Rozerot
Émile Zola, 1864 yılında tanışmış olduğu Alexandrine Meley ile 1870 yılında evlenmiştir. Alexandrine Zola’nın, Émile Zola’nın annesiyle birlikte yaşadığı dönem biraz sıkıntılı geçmiş olsa da ünlü yazarın annesinin vefatından sonra Zola çiftinin huzurlu bir evlilikleri olmuştur. Alexandrine Zola, eşi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Eşinin yalnızca işine odaklanabilmesi için kendisinin üzerinden alabildiği tüm yükü almıştır. Ayrıca eşinin yaptıklarını da destekleyerek hedeflerine ulaşabilmesi için elinden geleni yapmıştır.
Victor Hugo gibi Zola da hayatının ilerleyen dönemlerinde kendisine bir metres bulmuştur. Ünlü yazar, mutlu evliliğinin on sekizinci yılında, 1888 yılında, Jeanne Rozerot adındaki bir kadına âşık olmuştur. Bu dönemde kendisi 47 yaşındayken Jeanne Rozerot henüz 20 yaşındadır. Ünlü yazarın Rozerot ile yaşadığı ilişkiden iki çocuğu olmuştur.
1888 yılından vefatına kadar Zola, iki kadınla iki farklı hayat yaşamıştır.[20] Bu durum ilk başlarda eşi Alexandrine’i oldukça üzmüştür ve öfkeden çıldırtmıştır. Ayrıca Alexandrine, Émile Zola’dan çocuğu olmadığı için de kendini ilk başlarda sürekli olarak suçlamıştır. Bununla birlikte Alexandrine Zola, zamanla durumu kabullenmiştir. Émile Zola’nın vefatı üzerine de çocuklara elinden geldiğince yardımcı olmuştur ve sahip çıkmıştır. Hatta çocukların yasal olarak “Zola” soyadını taşımaları için gerekli adımları atarak çocukların babalarının soyadını almalarını bile sağlamıştır.
Émile Zola, 1889 yılında Paris’in Brüksel Caddesi’nde (Fransızcada “Rue de Bruxelles”) bulunan şık bir apartman dairesine taşınarak burayı birincil konutu yapmıştır. Söz konusu daire ünlü yazarın son konutu olmuştur. Émile Zola bu dairedeyken Dreyfus Olayı patlak vermiştir ve yine Zola, bu dairesindeyken, 12 Ocak 1898 tarihinde, “İtham Ediyorum” başlıklı mektubunu yazmıştır.
Dreyfus Olayı ve Zola’nın Ömrünün Sonu
Dreyfus Olayı, Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet (1870-1940) döneminin önemli politik olaylarındandır. Fransız ordusunda subay olarak görev yapan ve kendisi Yahudi olan Alfred Dreyfus, 1894 yılında Almanya ajanı olmakla, başka bir ifadeyle, vatana ihanetle suçlanmıştır. Söz konusu suçlama her ne kadar büyük bir olay olmasa da antisemit yayımlar tarafından yaşananların abartılarak aktarılması, halk nezdinde olayın duyulmasına, büyütülmesine ve “Dreyfus yanlıları” ile “Dreyfus karşıtları” şeklinde kutuplaşmalara neden olmuştur.
1894 yılının sonlarına doğru söz konusu suçlamanın davası gerçekleşmiştir ve dava sonucunda Alfred Dreyfus (politik suçlar için idam cezası kaldırıldığından dolayı) müebbet sürgün cezasına çarptırılmıştır. Ayrıca kendisinin “Yüzbaşı” unvanı elinden alınmıştır. Bunun üzerine Dreyfus, dava kararına itiraz etmiştir ancak sonuç alamamıştır ve en sonunda Şeytan Adası’na sürgün edilmiştir.
Bu dönemde istihbarat bünyesinde yaşanan bazı değişikliklerden sonra orduda başka bir subayın, Esterhazy’nin, gerçek ajan olduğu ile ilgili bilgilere ulaşılmıştır. Ancak kendisi, 1898 yılında yargılandığı taraflı bir davada suçsuz bulunmuştur ve dava sonrasında İngiltere’ye kaçmıştır. Ömrünün sonuna kadar da Fransa’ya dönmemiştir.
Zola, yaşanan adaletsizliğin Kasım 1897’den beri farkında olmuştur ancak sesini çok fazla çıkarmamıştır.[21] Bununla birlikte, bariz bir biçimde taraflı bir dava kararı ile Esterhazy’nin suçsuz bulunması, ünlü yazarı çileden çıkarmıştır. Bu nedenle Zola, Cumhurbaşkanı Félix Faure’a açık bir mektup yazmıştır. Bu mektubunu L’Aurore adlı gazetede 13 Ocak 1898 tarihinde yayımlatmıştır. Başlığı “İtham Ediyorum…! (Fransızcada “J’accuse…!”)” olan mektubunda ünlü yazar, bir suçluyu kasten serbest bıraktığı ve bir suçlunun kasten serbest bırakılmasında rol oynadığı için ilgili otoriteleri tek tek isimlendirerek suçlamıştır:[22]

Bunun üzerine Zola hakaret suçundan yargılanmıştır. 1898 yılında yargılanan Zola, 3.000 frank para ve bir yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Zola, hapse girmemek için, yakınlarının zorlamasıyla, İngiltere’ye kaçmak zorunda kalmıştır ve bir yıl boyunca İngiltere’den dönememiştir. Fransa’ya ancak 1899 yılında dönebilmiştir. Bununla birlikte, yazdığı açık mektupla amacına ulaşmıştır. Çünkü yazdığı mektupla gerçek suçlunun aslında kim olduğu meselesinin tekrar gündeme gelmesini ve halk nezdinde tartışılmasını sağlamıştır.[23]
Zola’nın söz konusu açık mektubu, ünlü yazarın hayatının son yıllarını şekillendiren en büyük olay olmuştur. Yazdıklarından dolayı Zola, yalnızca edebî bir kişilik olmaktan çıkmıştır. Artık kendisi politik bir kişilik olmuştur ve kendisine, özellikle de aşırı sağ görüşlü, antisemit pek çok düşman edinmiştir. Bu dönemde Zola, kendisine hakaret eden pek çok anonim mektup almıştır. Paris’te Brüksel Caddesi’nde bulunan evine bombalı saldırı teşebbüsünde bulunulmuştur. Ayrıca, yine bu dönemde, ünlü yazarı aşağılayan pek çok karikatür de yayımlanmıştır:

28 Eylül 1902 tarihinde Émile Zola, eşi Alexandrine ile Médan’daki evden ayrılarak Brüksel Caddesi’ndeki daireye gitmiştir. 29 Eylül 1902 tarihinde, sabahın erken saatlerinde çift, ciddi bir mide bulantısı ve baş ağrısıyla uyanmıştır. Émile Zola, temiz hava alabilmek amacıyla pencereyi açmak için ayağa kalkarak yataktan birkaç adım uzaklaşmıştır. Ancak buradan daha fazla ilerleyemeyerek yere yığılmıştır. Bir daha da gözlerini açmamıştır. 62 yaşındaki ünlü yazarın şömine dumanından zehirlenerek vefat ettiği, yapılan olay yeri araştırmaları sonucunda anlaşılmıştır.[24][25]
İlerleyen dönemlerde, Zola’nın şömine borusunun aşırı sağcı kimseler tarafından kasten tıkandığı öğrenilmiştir. Dreyfus Davası ile ömrünün son zamanlarında aşırı sağ grupların olumsuz tepkisini almış olan yazarın bu nedenle bir suikasta kurban gitmiş olduğu anlaşılmıştır.
Kendisinin vefatı sonrasında eşi ve dostları[26], Zola’nın unutulmaması amacıyla Médan’daki evi devlete bağışlamışlardır ve bu ev müzeye dönüştürülmüştür. 1903 yılından bu yana her yıl ekim ayının ilk pazar günü “Médan Edebî Haccı” olarak adlandırılmaktadır ve söz konusu günde Fransa’nın ünlü kişilerinden biri Zola’nın Médan’daki evine giderek burada kendisini anmaktadır.
Émile Zola’nın külleri, Fransa’nın ünlü politikacılarının, yazarlarının ve bilim insanlarının mezarlarının bulunduğu Panthéon’a 1908 yılında taşınmıştır ve bugün hâlâ Panthéon’da bulunmaktadır.[27][28]
[1] Tüm hayatı boyunca Paris’e hayranlık duymuş olan ünlü yazar, bazı eserlerinde bu şehirden övgüyle bahsetmiştir ve bu şehri yüceltmiştir. Belirtilmesi gerekir ki Zola’nın içinde yaşadığı, hayranlık duyduğu ve eserlerinde sürekli olarak yer verdiği Paris, Baron Haussmann’ın inşa etmekte olduğu Paris’tir.
[2] Henri Mitterand adlı Fransız yazar tarafından kaleme alınmış olan ve Émile Zola’nın hayatını anlatan “Zola” adlı üç ciltlik kitap serisi toplamda yaklaşık 3.000 sayfadan oluşmaktadır. Mitterand, bu serinin Zola’nın hayatını anlatmaya yetmediğinden bahsetmektedir. 3.000 sayfalık bir bütün içerisinde bile Zola’nın hayatı tam olarak anlatılamazken böylesine kısa bir yazıda ünlü yazarın hayatının tüm detaylarına değinebilmek maalesef mümkün değildir.
[3] Her ne kadar başarılı olsa da sürekli olarak yeni bir hayat kurmak zorunda kalmış olan François Zola’nın hayatının “dramatik” olduğu söylenmektedir. Émile Zola, babasıyla ilgili halk içerisinde ömrünün son zamanlarına kadar konuşmamıştır.
[4] Émile Zola, annesine her zaman hayranlık duymuştur.
[5] Babasının vefatından önceki dönemde ünlü yazar, maddi açıdan zengin bir çocukluk yaşamıştır. Maddiyata sürekli olarak duyduğu açlık, büyük bir ihtimalle bu ekonomik zenginlik ve sosyal sınıf kaybından kaynaklanmaktadır.
[6] Cézanne ile Zola, belki de kardeş olarak adlandırılabilecek kadar birbirlerine yakın olmuşlardır. Birbirleriyle her şeyi paylaşıp birbirlerine her konuda olabildiğince yardım etmişlerdir. Ancak, 1886 yılında Zola’nın L’Œuvre (Eser) adlı eserinin yayımlanması sonrasında eserin başkarakteri olan Claude Lantier’nin Paul Cézanne ile gösterdiği benzerlikler Cézanne’ı rahatsız etmiştir. Cézanne, Zola’yı “kendisinin hayatını anlatmakla” suçlamıştır ve böylece iki sanatçının dostluk ilişkisi çok büyük zarar görmüştür. Ancak, bu romanın yayımlanmasının bir bahane olduğu ve Cézanne’ın hayatında başarılı olamamasının ve Zola’yı kıskanmasının ilişkilerini asıl yıpratan ve kötüleştiren neden olduğu belirtilmektedir. Ayrıca belirtilmesi gerekir ki Zola’nın L’Œuvre (Eser) adlı eserinde ressam Claude Lantier’nin arkadaşı olan Sandoz’un da Zola’yı temsil ettiği düşünülmektedir.
[7] Zola, Hayvanlaşan İnsan adlı eserini yazarken lokomotiflerde makinistlerin nasıl çalıştığını gözlemlemiştir. Aynı şekilde, Germinal adlı eserini yazarken bir maden ocağına inerek orada gözlemlerde bulunmuştur. Meyhane adlı eserini yazarken kitabın geçtiği semti keşfe çıkmıştır ve oradaki insanlarla muhabbet ederek semtin sosyal ortamı hakkında bilgi edinmiştir.
[8] Bu eserde Alfred de Musset etkisinin yoğun hissedildiği belirtilmektedir. Ninon’a Öyküler, Zola’nın kendi tarzını bulma yolunda yazdığı bir eser olduğundan dolayı tam bir “Zola tarzı eser” kabul edilmemektedir.
[9] Öykülerinden önce Zola, şiir yazımıyla da uğraşmıştır. Ancak öykü ve roman yazmanın kendisini maddi açıdan daha rahat ettireceğini düşündüğünden dolayı şiir yazımından uzaklaşarak öykü ve roman yazımına yönelmiştir. Bununla birlikte, zamanında şiir ile uğraşmış olmasından dolayı, öykülerinin ve romanlarının Fransızca versiyonlarında bir şiirselliğin varlığından söz edilmektedir.
[10] Bu dönemde Fransız edebiyatında 1850 yılında vefat etmiş olan Honoré de Balzac etkisi ciddi derecede hissedilmektedir. Kendisinden sonra gelen Zola, Flaubert gibi yazarlar Balzac’ın eserlerini yazdığı akım olan gerçekçilikten (realizmden) ve yazarın başka edebî özelliklerinden etkilenmişlerdir.
[11] Bu dönemde Zola, Goncourt Kardeşler ile dostluk ilişkisi kurmuştur. Ayrıca Zola, Daudet, Turgenyev ve Gustave Flaubert pazar günü sohbetleri düzenlemişlerdir. Tüm bunlar Zola’nın edebî açıdan gittikçe daha da güçlenmesini sağlamıştır.
[12] Öyle ki dönemin ünlü şairlerinden Stéphane Mallarmé, “natüralizm” akımını tanımlamak için “Émile Zola’nın edebiyatı” demiştir.
[13] Belki de en ünlü natüralist seri olan Rougon-Macquart serisinin genelinde hissedilen karamsarlığın, söz konusu “bilimsellik” ve “gerçeklik” ile pek uyuşmadığı da belirtilmektedir.
[14] Bu eserlerin Fransızca adları şöyledir: Physiologie des passions (Charles Letourneau) ve Traité philosophique et physiologique de l’hérédité naturelle dans les état de santé et de maladie du système nerveux: avec l’application méthodique des lois de la procréation au traitement général des affections dont elle est le principe (Lucas Prosper).
[15] Rougon-Macquart serisinin yazımına başladıktan sonra “iş ve çalışmak”, Zola’nın hayatının merkezi olmuştur. Kendisi bu dönemde hem yazarlık hem de eleştirmenlik yapmıştır. Bunlara ek olarak yazdığı eserlerin satışlarıyla ve çevirileriyle de ilgilenmiştir. Bu nedenle de işi hiç bitmemiştir. Kendisinin bir işkolik olarak bilinmesinin nedeni budur.
[16] Zola’nın aksine Balzac, daha çok aristokrasi ve burjuvazi dünyasıyla ilgilenmiştir ve bu dünyanın öykülerini anlatmıştır.
[17] Zola’nın çalışma odası, Nana adlı yan binanın en üst katında bulunmaktadır. Bir “atölye” kabul edilebilecek genişlikte olan bu çalışma odasının yüksekliği altı metredir.
[18] Doktor Paskal, Zola ile gösterdiği benzerliklerden dolayı ünlü yazarın eserdeki yansıması (otoportresi) olarak kabul edilmektedir.
[19] Doktor Paskal, kendinden önceki eserlerin özetini ihtiva ettiğinden dolayı Rougon-Macquart serisinin tamamını okumak istemeyip bu seri ilgili genel bir bilgi edinmek isteyenlere Doktor Paskal’ı okumaları tavsiye edilmektedir.
[20] Ancak Zola, söz konusu ikili hayatın kendisini mutlu etmediğini de belirtmiştir. Bu ikili hayatın her iki kadını da mutsuz etmesinin yazarın kendi mutsuzluğunun kaynağı olduğunu söylemiştir.
[21] Zola, ilk başlarda Le Figaro adlı gazetede konuyla ilgili bazı yazılar yayımlamıştır. Ancak, sağ görüşlü bir gazete olan Le Figaro’nun okuyucularından ordunun suçlandığı bu yazılara tepki gelmeye başlayınca gazete, artık kendisinin bu yazılarını yayımlamama kararı almıştır.
[22] Bu açık mektubun üzerine Alfred Dreyfus, Zola’ya olan minnetini gösterebilmek için kendisine bir teşekkür mektubu yazmıştır.
[23] Sonuç olarak Dreyfus, 1906 yılında resmen suçsuz bulunmuştur. Ancak Zola’nın bu kararı görmeye ömrü yetmemiştir.
[24] Alexandrine Zola da o gece zehirlenmiş olsa da hayatını kaybetmemiştir.
[25] Émile Zola’dan nefret edenlerin oldukça çoğaldığı bu dönemde ünlü yazarın vefatıyla bile alay eden bazı gazeteler ve/veya dergiler olmuştur.
[26] Ünlü yazarın vefatı üzerine eşi ve metresi barışmışlardır. Alexandrine, Zola’nın Jeanne’dan olan çocuklarını kendi çocukları gibi sevmiştir.
[27] Ünlü yazarın Panthéon’a taşınmasını onaylamayan pek çok kişinin çıkardığı zorluklardan dolayı, Zola’nın küllerinin taşınması da biraz sorunlu geçmiştir. Tören esnasında bir gazeteci, törene katılmış olan Alfred Dreyfus üzerine iki el ateş ederek kendisini yaralamıştır.
[28] Émile Zola, Onur Nişanı’na (Fransızcada “Légion d’honneur”)” 1893 yılında layık görülmüştür. Kendisi, Dreyfus Olayı’ndan dolayı Onur Nişanı’nı 1898 yılında geri vermek zorunda kalmıştır. Ancak 1901 yılında söz konusu nişanı tekrar geri alabilmiştir. Bununla birlikte ünlü yazar hiçbir zaman Fransız Akademisi’ne kabul edilmemiştir.