YAZAR: Psk. EDA YAPAR
Akademisyen-yazar Ahmet İnam şiddetin nedenini tanımlarken şu sözleri kullanır:
“Şiddeti, doğanın kendisinde var olduğu şekliyle bir çatışma biçiminde ele alarak ilk dile getiren düşünürlerden birisi Herakleitos’tur. Herakleitos’a göre evren, sürekli çatışmaların yaşandığı bir yerdir ve kavga herkes için ortak, adalet ise bir çatışmadır. Adalet bile ancak kavgayla sağlanabilir. Dolayısıyla şiddet doğadır ve insan da doğanın bir parçası olarak onun şiddetinin bir ürünüdür. Bu nedenle doğanın parçası olan insan, şiddeti bünyesinde taşır, dolayısıyla insanın yarattığı savaş her şeyin babası, her şeyin kralıdır.”
Geçmişten günümüze kadar var olan şiddet, birçok türde vuku bularak 21. Yüzyıl ile birlikte artış göstermiştir. Bu tür şiddet olaylarının basın yayın organları tarafından kamuoyu ile paylaşılması, toplumsal şiddet farkındalığında artışa neden olmuştur. Fakat bu farkındalık toplumsal ve bütünsel bir reaksiyonu beraberinde getirmemiş aksine şiddetin spontanlaşmasına yol açmıştır. Peki şiddet günümüzde reel bir artış göstermiş midir? Reel bir artıştan bahsetmek mümkünse bu artışın sebepleri nelerdir?
Tarihsel süreç boyunca şiddet stabil bir düzeyde olmasa dahi sürekli bir artış göstermiştir. Özellikle modern toplumsal hayatın dünya çapında egemen olması ile şiddet, her düzeyde ve her alanda görülmektedir. Şiddet model alınabilen ve öğrenilebilen bir kavramdır. Albert Bandura, Bobo Doll (Hacıyatmaz) deneyi ile çocukların gözlem yoluyla saldırganlığı ve şiddeti başkalarından öğrendiğini göstermiştir. İnsanlar hayatlarında kendilerine rol modeller belirleyebilirler. Bunlar aile içerisinden, televizyondan, film-dizi karakterlerinden veya sporculardan herhangi birisi olabilir. Alınan rol modeller çocukların davranışlarının şekillenmesinde belirleyici bir etken olarak yer almaktadır. Özellikle ailede yaşanan şiddet içerikli çatışmalar ya da çocuğun şiddete maruz kalması; ileride çocuğunda suç işlemesinde, şiddete yönelmesinde etkili olmaktadır. Öte yandan, medya araçlarında yayınlanan şiddet içerikli görüntülerin fazlalaşması, insanların şiddete karşı duyarsızlaşmasına neden olmuştur.
Eskiden toplumumuzdaki kadın-erkek ilişkilerinde herkesin zihninde oluşan şiddet şablonlarında klasikleşmiş birçok örnek varken, artık bu imaj değişmiştir; hiç ummadığımız, eğitimli insanlar da herhangi bir canlıya şiddet uygulayabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında şiddetin eğitimle ilişkisi, kişilikle ilişkisine göre daha azdır. Eğitim, insanın öğrendiklerini kendine katmasıyla ve bunu uygulamaya geçirmesiyle işe yaramaktadır. Yani sadece okumak ve iyi öğrenim almak, insanın eğitilmesi anlamına gelmemektedir.
Bireyler, model aldıkları karakterlerin sergilemiş olduğu şiddet olaylarını algıladıklarında zihinsel tepkileri birçok parametrenin doğru çalışmasıyla ancak doğru tepkiyi verebilmektedir. Yaş, sosyal ortam, eğitim vs. gibi koşullar şiddete verilen zihinsel tepkileri doğrudan etkileyen faktörlerdir. Bu noktada birey, şiddetin doğru olmadığı anlayacak ve buna tepki gösterecek koşulları sahip değil ise şiddeti benimseyip uygulamaya daha yatkın duruma düşecektir. Albert Bandura; “Televizyonda şiddetli içeriklerine maruz kalmanın 4 temel etkisi olduğunu dile getirmiştir. Bunları ise: Saldırgan davranış biçimlerini öğretmesi, saldırganlık üzerine kurulan davranışsal kontrolünü azaltması, izleyen kişileri insanın acımasızlığına alıştırması, duyarsızlaştırması ve izleyenlerin gerçeklik algısını şekillendirmesi” olarak belirtmiştir.
Genel olarak şiddete yatkınlığı olan veya doğrudan şiddet eylemlerinde bulunan bireyler, altta yatan farklı psikolojik problemlere sahiptirler. Şiddete yatkın kişiler genellikle merhamet duygusundan yoksun, öfkesini kontrol edemeyen bireyler olarak tanımlanmaktadır. Aynı zamanda, empati duygularının gelişmediği ve şiddet uyguladıkları canlının acı çektiğinin farkına varamadıkları gözlemlenmektedir. Herhangi bir canlıya şiddet uygulayıp, bunun üzerine hiçbir suçluluk duygusu hissetmeyen kişilerin anti-sosyal kişilik özellikleri taşıdığı söylenebilir. Öte yandan, şiddete yatkın bireylerin beyni üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Beynin ön bölümü, dürtü kontrolü, irade, gelecek planlaması ve üst düzey düşünce gibi işlevlere ev sahipliği yapan bir bölümdür. Araştırmalara göre, şiddete yatkın kişilerde beynin ön bölümünün iyi çalışmadığı görülmektedir. Bu bölgenin yetersiz çalışması veya bir şekilde hasara uğraması, saldırganlık güdülerini kontrol etmeyi zorlaştırmaktadır.
Öte yandan üzerinde durulması gereken şiddet eylemlerinden bir diğeri hayvanlara yönelik olan şiddettir. Sosyal medya üzerinde hayvanlara uygulanan şiddet görüntülerinin paylaşım sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bu noktada, hayvanlara yönelik şiddetin engellenememesinin önemli nedenlerinden biri cezai yaptırımların caydırıcı olmamasıdır. Nitekim, şiddetin türü ne olursa olsun, özünde güçlünün güçsüze kötü davranma eylemi bulunmaktadır. Diğer taraftan hayvanlara şiddet uygulayan kişilerin ileride insana zarar verebilecek potansiyele sahip oldukları bilinmektedir. Bunu destekleyen geçmişte birçok örnek vardır. Birçok katil, cinayet işlemden önceki dönemlerinde hayvanlara şiddet uygulamış hatta öldürmüştür. 13 kadının katili “Boston canavarı” Albert de Salvo, öncesinde kedi ve köpekleri aynı kafese aç koyarak birbirlerini öldürmelerini seyrettiğini söylemiştir. 50 kişinin katili “Düsseldorf Vampiri” Peter Kurten ise birçok köpeğe ve koyuna tecavüz ettiğini ve öldürdüğünü daha sonralarda itiraf etmiştir. Bu nedenle bir canlıya yönelik şiddet bir diğerini tetikleme koşuluna sahiptir.
Sonuç olarak ülkemizdeki kadına ve hayvana yönelik şiddet olaylarında artış görülmesi, bittabi bu şiddet olayları ile çevremizde karşılaşmamıza ve şiddet farkındalık kazanmamıza neden olmuştur. Şiddetin oluşturduğu zincir etrafımızı sarmaya devam ederken, insanlar yaşananlara karşı dur demek yerine şiddetten oluşan bu kısır döngüye her gün bir yenisini eklemektedir. Her ne yapılırsa yapılsın, her ne tepki gösterilse gösterilsin durmak bilmeden, hızını gitgide artıran şiddet yoluna devam etmektedir. Kamuoyunun şiddete karşı bütünsel bir tepki göstermesi, şiddetin önüne geçebilecek bir etmendir. Amasız fakatsız şiddet, toplumun her kesimi tarafından lanetlenmeli ve devlet tarafından şiddetin cezai yaptırımları arttırılmalıdır. Caydırıcı cezalar kirli şiddet nehrine set çekse dahi kaynağı kurutmak için toplumsal bilinç yaratılmalıdır.