Erkeklik
Dede Korkut hikayelerinde erkeklik bir mertebe olarak anlatılmaktadır. Oğlanların (erkek çocuklarının) erkek olabilmesi için belirli görevleri yerine getirmeleri gerekmektedir. Örneğin Egrek için Ters Uzamış der:
“Bre Uşun Koca Oğlu. Bu oturan beylerin her biri oturduğu yeri kılıcının emeğiyle almıştır. Bre sen, baş mı kestin, kan mı döktün, aç mı doyurdun, yalıncak mı donattın (Binyazar, 1996: 226)?
Bundan dolayı oğlanların erkek olabilmesi için bu görevleri yerine getirmeleri gerekmektedir. Oğlanlar bu görevleri yerine getirdikten sonra onlar artık “oğlu” takısı ile değil kendi namları ile çağrılmaktadır. Erkek çocuk devletle aynı bağlamda anlatılmaktadır. Bireyin erkek evlada sahip olması soyun sopun devamı için ayrıca devletin varlığı için önem arz etmektedir.
“Salur Kazan, Bay Büre Bey’e sorar, ne ağlayıp sızlıyorsun? Bay Büre Bey der: Hazan Kazan, nasıl ağlamıyayım, nasıl sızlamıyayım. Oğulda mirasım yok, kardeşte kaderim yok. Ulu Tanrı beni kargımıştır, beyler, tacım tahtım için ağlarım (Binyazar, 1996: 119).
Erkek evlat bu nedenle önemsenmektedir. Erkeklikle özdeşleşmeyen ağlamak fiili bu anlatılarda sıklıkla dile getirilmektedir. Birçok erkek karakter yeri geldiğinde ağlamaktadır. Ağlamak durumu kadın işidir gibi söylemlere rastlanmamaktadır.
“Bay Büre Bey bunları gördüğünde, ah eyledi, başından aklı gitti, mendilini eline aldı, böğüre böğüre ağladı (Binyazar, 1996:119).
Buna benzer durumda birçok erkeğin ağladığından hem de bunu toplum içinde yaptığı eserden anlaşılmaktadır.
Kadınlık
Kitabın başlangıç bölümünde kadınlar şöyle tanımlanmaktadır:
“Karılar dört türlüdür: Birisi ev yapan soydur. Birisi solduran soydur. Birisi dolduran toydur. Birisi evin dayağıdır. Birisi denildiğinden de bayağıdır (Binyazar, 1996: 87).”
Solduran soyla cinselliğe çağırışım yapılmaktadır. Kadının doğurganlığı ve kısırlığı burada ön plana çıkmaktadır. Ancak kadınları hiyerarşik olarak geri plana koyan bir nitelemeye hikayelerde rastlanmamaktadır. Bu hikayelerde yine namus vurgusuna rastlanmaktadır. Ancak namus kadının değil onun kocasınındır.
“Salur Kazan’ın eşi Burla Hatun der: Senin etinden oğul yiyeyim mi yoksa pis dinli kafirin döşeğine gireyim mi? Barla Kazan’ın namusunu kirleteyim mi? Uruz der: Ağzın kurusun ana, dilin çürüsün ana… … Seni kafirler tanımasınlar, duymasınlar ta ki pis dinli kafirin döşeğine varmayasın, kadehini sunmayasın babam Kazan’ın namusunu lekelemeyesin, sakın (Binyazar, 1996: 111)!”
Namusun erkeğe vakfedilmesinin birçok sebebi olabilir. Ancak bunlardan önemli bir neden, kadın bedeni erkeğin bir nevi sürüp ekin (döl) ektiği bir tarladır. Bu nedenle kadınının başka biriyle zor kullanılarak cinsel ilişkiye girmesi tarlanın talan edilmesi anlamına gelir. Tarla erkeğin iktidarı altında olduğu için kirletilen namus kadının değil erkeğin olmaktadır.
Esere göre sosyal hayatta kadınlar aktif rollerde bulunmaktadırlar. Yeri geldiğinde cenkten geri durmamaktadırlar.
“Boyu uzun Burla Hatun oğlancığını andı, yerinde duramaz oldu. Kırk ince belli kız oğlanıyla kara aygırını çektirdi, sıçrayıp ata bindi, kara kılıncını kuşandı (Binyazar, 166). Selcen Hatun der: Bey yiğit, baş esen olsa börk bulunmaz mı olur? Bu gelen kafir çok kafirdir, savaşalım, dövüşelim, ölenimiz ölsün, diri kalanımız otağa gelsin (Binyazar, 1996: 190-191).
Bu aktif katılım kadınların sadece ev işleriyle meşgul olmadığını göstermektedir. Erkeklerde olduğu gibi kadınlarda belirli mertebeler bulunmamaktadır. Ancak ana olan kadınlara özel bir değer verilmektedir. Nitekim şiirsel metinlerin birçoğunda çocuklar analarına “Ana hakkı Tanrı Hakkı olmasaydı”, şeklinde hitapta bulunmaktadırlar. Hiyerarşik değerlere bu metinlerde rastlanmaktadır. Örneğin 12. Bölümde “Aldatıp er tutmak avrat işidir, Avradından mı öğrendin sen bu işi kavat.” Aldatmak, hile yapmak gibi unsurların kadınlara yönelik bir değer olarak atfedildiği buradan anlaşılmaktadır.
Eserde kısa bir zaman diliminden ziyade uzun soluklu bir zamanın geleneği işlendiğinden dolayı kadınlık ve erkekliğin alışılageldik formları ve alışılagelmedik formları birlikte yer almaktadır. Eserden anlaşıldığı kadarıyla modern devlet biçiminin henüz oluşmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle özel alan ile kamusal alan belirgin değildir. Bu yüzden kadının ya da erkeğin hangi alanda konumlandığını anlamak mümkün değildir. Eserde geçen kadın karakterlerin yeri geldiğinde savaşması onları aktif bir hale sokmaktadır. Genel olarak bakıldığında erkek ve kadının toplumsal yaşamda birlikte yer aldığı söylenebilir.
Kadınlık rolleri eserde belirgin şekilde ifade edilmemektedir. Ancak namus olgusunun kadın üzerinden erkeğe vakfedilmesi, kadın bedeninin erkeğin mülkü olarak anlaşılmasına neden olmaktadır. Kadına yönelik cinsel saldırılar daha çok kadının kocasına yönelik olarak anlaşılmaktadır. Bu durumda kadın bedeni soyun taşıyıcısı olarak nitelenirken erkek ise soyun varlık sebebi olarak anlaşılmaktadır.
Erkeklik rolleri eserde geleneksel toplum modeline benzer bir yapıdadır. Erkekler eserde savaşçıdırlar, mücadelecidirler. Ancak erkeklik doğuştan kazanılan bir olgu değildir. Oğlanların erkek olabilmesi için belirli safhalardan geçmesi eserde sıklıkla dile getirilmektedir. Kadınlık için böyle bir durum söz konusu değildir. Erkek olmak devletle, soyla yakından ilgilidir. Gelenekselin aksi olarak erkekler eserde sıklıkla ağlamaktadırlar. Erkeksi ve kadınsı olarak toplumsal cinsiyet rollerini bu eserde belirgin olarak ayrıştırmak mümkün değildir.
KAYNAKÇA
Binyazar, Adnan (1996), Dede Korkut, 1. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.