1960’larda ortaya çıkan feminizm terimi aslında 18. yüzyılda ortaya çıkan kadın mücadelesini de kapsıyordu. 20. yüzyıla kadar olan süreçte esas talep konusu yasal haklardı. 20. yüzyıldan itibaren ise kamusal alan – özel alan ayrımı eleştirilmeye başlandı. Elde edilen yasal ve siyasi haklara rağmen kadına atfedilen davranışlar zihinlerde yaşamaya devam ediyordu. Bu doğrultuda 20. yüzyıl sonu ortaya çıkan toplumsal cinsiyet çalışmaları ile kadınsı ve erkeksi olarak nitelenen özellikler incelenmeye başlandı.
Günümüze kadar devam eden ve yıllar içerisinde farklılaşan feminist mücadele günümüzde de devam etmekte. Özellikle son 30 yılda toplumsal cinsiyet çalışmalarıyla armonize olan bu mücadelenin toplumsal kazanımlarının, COVID-19 süreciyle somut olarak incelenebileceğini düşünmekteyiz.
COVID-19 salgını toplumlara siyasi, sosyal, ekonomik anlamda birçok ders verdi. Kimsenin hazırlıklı olmadığı bu olağanüstü durumda ekonominin sektörel dağılımı, karar alıcıların davranışları gibi konular ön plana çıktı. Tüm bu tartışmalar çerçevesinde ise kadınların görünürlüğü arttı. Bu görünürlüğü olumlu ve olumsuz yanlarıyla incelendiğimizde ise önümüze dikkate değer bir tablo çıkıyor.
Bu doğrultuda ilk olarak COVID-19 sürecini yöneten kadın liderleri inceleyeceğiz. Ardından salgınla beraber hayatımıza giren alışkanlıkların neden olduğu fiziksel ve psikolojik yükten bahsedeceğiz. En son ise, bugüne kadarki feminist mücadelenin kazanımı olarak kadın liderleri ve mücadelenin devam etmesinin nedeni olarak ev içi emeği ele alacağız.
COVID-19 sürecinde kadın liderler
Günümüz itibariyle 22 ülkeyi kadınlar yönetiyor. Bu, dünya nüfusunun %8’ine denk geliyor. COVID-19 sürecinde başarılı kriz yönetimleriyle öne çıkan bu kadın liderler yıllar boyunca devam eden ve hala devam etmekte olan feminist mücadelenin kazanımlarını da gözler önüne seriyorlar. Bu kazanımları daha iyi anlamak adına COVID-19 sürecinde öne çıkan kadın liderleri inceleyebiliriz.
Yeni Zelanda başbakanı Jacinda Ardern’in COVID-19 mağdurlarına empatiyle yaklaşması, ülkenin salgınla savaşta izlediği yönteme dair önemli ipuçları verdi. Alınan önlemler sayesinde Yeni Zelanda’da COVID-19 hastası kalmadı. Salgın haricinde ise Ardern; yarı otomatik silahların yasaklanmasındaki rolü, yerli halk Maorilere güven veren konuşmaları ve çocuklara özel düzenlediği basın toplantısı ile örnek bir lider oldu. COVID-19’la mücadelede öne çıkan kadın liderlerden olan Tayvan cumhurbaşkanı Tsai Ing-wen ise ülkeye giriş-çıkışın yasaklanması, merkezi salgın komuta merkezi kurulması ve kit üretimine öncelik verilmesi gibi politikalarda öne çıktı. Ocak 2020’de ilk vakanın ortaya çıkışından itibaren izlenen politika Tayvan’ın COVID-19’la başarılı bir mücadele yürütmesine imkan tanıdı.
Halime Yakub’un devlet başkanı olduğu Singapur’da COVID-19 hastalarının dijital takibi ve Carrie Lam’in başbakan olduğu Hong Kong’da GPS’li bileklik uygulaması ise kadın liderlerin kriz yönetiminde teknolojiyle elde ettiği faydayı ortaya koydu. Diğer yandan Singapur, Hong Kong, Bangladeş, Bolivya, Etiyopya, Gürcistan, Namibya ve Nepal’in kadın liderlerinin öncülüğünde yapılan küresel dayanışma çağrısı; COVID-19 sürecinde uluslararası mücadelenin de önemini vurguladı.
Angela Merkel’in başbakan olduğu Almanya’da çok vakaya rağmen az ölüm ile devam eden salgın süreci, Sanna Marin’in başbakan olduğu Finlandiya’da influencerlarla yürütülen kampanyalar, Erna Solberg’in başbakan olduğu Norveç’te çocuklara özel düzenlenen basın toplantısı ve Katrin Jakobsdottir’in başbakan olduğu İzlanda’da gayri safi yurtiçi hasılanın %8’inin COVID-19’la mücadeleye ayrılması ise Batı’daki kadın liderlerin de krizi başarılı bir şekilde yönettiğini ortaya koydu.
Bu tablo bize ne gösteriyor?
Yukarıda değindiğimiz kadın liderlerin ortak noktaları kararlı olmaları, gerçeği kabul etmeleri, teknolojiden yararlanmaları ve sürece sevgi ve empatiyle yaklaşmaları oldu. Salgının ülkelerinde ortaya çıktığı ilk andan itibaren aldıkları önlemler, vatandaşlarını bilinçlendirmek için başvurdukları teknolojik imkanlar, bu sürecin ayrıştıcı değil birleştirici yönünü ortaya çıkarmaları ile ülkelerinde salgının kontrol altına alınmasını sağladılar.
Burada özellikle sevgi ve empati vurgusu üzerinde durmak yerinde olur. Burada bahsedilen, kültürel feminizmde görülen “kadınsı değerler” vurgusu değildir. Kültürel feministler; barış, işbirliği, şefkat gibi kadınlara atfedilen değerlerle toplumun şekillendirilebileceğini savunuyorlardı. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrası nüfusta yaşan düşüş, bu düşüncenin gelişmesinde etkili oldu. Yukarıda, kadın liderlerin ortak noktası olarak vurguladığımız sevgi ve empati ise “kadınsı değerler” olarak değil “insani değerler” olarak ele alınmalıdır. Burada ise karşımıza kamusal alan – özel alan ayrımı gelmektedir.
Erkeklerin akılcı, kadınların duygusal olduğu ön kabulüne göre kamusal alanda siyasete katılan erkek olmalıdır. Kadın ise evde, günlük ihtiyaçların giderilmesinden sorumludur. Modern devletin doğuşuyla belirginleşen bu düşünce günümüzde de hala geçerliliğini sürdürmektedir. Ancak duygusallığın kadınsı değil insani bir özellik olduğu kabul edildiğinde erkek siyasetçiler de vicdani kararlar alabilmekte ve bunun olumlu sonuçları görülmektedir. Bu nedenle kadın liderlerin başarılı kriz yönetimlerinde etkili olan insani değerlerin sadece kadınlar tarafından değil erkekler tarafından da kullanılması gerektiği yukarıda verdiğimiz örneklerle saptanabilir. Bu özelliklerin genelde kadın liderlerde ortaya çıkmasının sebebi ise şüphesiz toplumsal cinsiyet inşasıdır.
Feminist mücadele ve toplumsal cinsiyet çalışmaları sonucu elde edilen kazanımlar olarak ele aldığımız bu örnekler; kamusal alana dahil olan ve üst düzey pozisyonlarda yer alan kadınların kamusal alandan dışlanmalarının geçerli bir sebebi olmadığını ve kadınların kamusal alana dahil olmalarının toplum için faydalı ve dönüştürücü olduğunu göstermiştir. Diğer yandan COVID-19, feminist mücadelenin devam etme gerekliliğinin nedeni olarak ele alabileceğimiz bir durumu da gözler önüne sermiştir. Bu da kadına karşı artan fiziksel ve psikolojik şiddettir.
COVID-19 sürecinde ev içi emek
Salgın süresince uygulanan ve uygulanmaya devam edilen sosyal mesafe politikası, ülkemizde yakın zamana kadar uygulanan hafta sonu sokağa çıkma yasağı, risk grubundakilere uygulanan 14 günlük karantina uygulaması ve geçici olarak kapatılan işletmelerin çalışanlarının ücretsiz izne çıkarılması nüfusun büyük kısmının evde kalmasına neden oldu. Bu da kadına yönelik başta fiziksel olmak üzere psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddeti arttırdı.
Tarih boyunca olağanüstü haller daima kadınları etkilemiştir. Zira olağanüstü haller, ev içi ücretsiz emeğe olan ihtiyacın artması demektir. COVID-19 sürecini ele aldığımızda da kadının iki tür emeğine ihtiyaç duyulduğunu söyleyebiliriz: İnce emek ve kaba emek. İnce emek, tedavisi evde devam eden hastaların bakımı olarak özetlenebilir. Doğrudan kadının kendini riske attığı bu süreçte hastanın ilaçlarının kontrolüne kadar her şeyi kadın üstlenir. Kaba emek ise kadının ev içi ücretsiz emeğini ifade eder. Hali hazırda kadının sorumluluğunda görülen temizlik işine; kıyafetlerin havalandırılması, paketli gıdaların, kapı kolları ve elektrik düğmeleri gibi sık kullanılan yerlerin temizlenmesi de eklenmiş durumda. Buna paralel olarak, zorunlu eğitimin evden devam etmesi sonucu, kız çocuklarının ev içi emeğinin sömürülmesinde de artış görüldü.
Kadının ev içi iş yükünün artması ve COVID-19 tedbirleri kapsamında alınan önlemler, sağlık hizmetine erişimi de zorlaştırdı. Birçok hastanede COVID-19 harici hasta kabulünün ertelenmesi; jinekoloji kontrolünün aksamasına ve toplumsal cinsiyet temelli şiddete maruz kalan kadınların sağlık hizmeti alamamasına neden oldu. Diğer yandan, tıbbi gerekliliği olmayan sağlık hizmetlerinin ertelenmesi, kürtaja erişimin kısıtlanmasını da beraberinde getirdi.
Evde geçirilen sürenin artmasıyla çiftler arasında şiddetli geçimsizliğin de arttığı gözlemlenmekte. Bunun sonucu olarak boşanma davası başvuruları artmış durumda. Ancak salgın tedbirleri kapsamında birçok hukuksal işlem gibi boşanma davaları da ertelendi. Davaların ertelenmesi ise kadına karşı fiziksel ve psikolojik şiddetin devam etmesine neden oldu.
Sonuç
COVID-19 sürecini incelediğimizde görüyoruz ki feminist mücadele sonucu edinilen haklar kadınların kamusal alanda görünürlüklerini arttırmıştır. Siyasette yüksek mevkilerde bulunan kadınların COVID-19 sürecini başarılı bir şekilde yürütmesi, feminizmin edindiği kazanımları somut bir şekilde göstermektedir.
Diğer yandan COVID-19, kadının ev içi emeğine olan ihtiyacın artmasına ve daha çok sömürülmesine neden olmuştur. Bu nedenle feminizm mücadelesinin devam edeceğini kolaylıkla öngörebiliriz. Kadının en önemli iki güvencesi olan CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi) ve İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanların var olduğu ve bu kişilerin savunduğu Türk aile yapısının kadının ücretsiz ev içi emeğinin sömürüldüğü yegane alan olduğu günümüzde, feminist mücadelenin devam etmesi elzemdir.