Hayatta olan bitenlere bakılırsa bir zıtlığın her yere kök saldığı fark ediliyor. Güzel çirkin, fayda zarar, hayır şer, ışık karanlık, olgunluk eksiklik, iman küfür, zulüm adalet, hayat ölüm. Bütün sonuçlarıyla ve meyveleriyle evrende zıtlıklar birbirleriyle çarpışıyor. Her insana hayat dediğimiz şey nihai olarak bu zıtlıkların teklifi olarak beliriyor. İnsan bunlardan birini tercih ediyor ya da bu unsurlardan birine maruz kalıyor. Böylece tercih ve tepkilerimizle yaşamı var ediyoruz ya da onu çürütüyoruz.
Tarih çoğu kez yaşamı, bu yaşamın nasıl da bir şenlik olduğunu söyleyenlere tanıklık etmiştir. Ölümü, yarayı, çürümeyi kutsayan biri daha çok zamanımızda rastladığımız bir kişidir. Rumen asıllı Fransız filozof Emil Cioran da onlardan biri. Bir gün konuşmacı olarak davet edildiği Zürih’te kendisi takdim edilirken Nietzsche, Schopenhauer gibi daha çok pesimist filozoflarla aynı soydan geldiği zikredilince ”Ama ben maskaranın tekiyim.” der.
Emil Cioran, tiksintiyle tahkim edilmiş bir reddedişle, selamet fikrine karşı kokuşmuşluğu ve çürümeyi, yararlılık anlayışına muhalif olarak ilgisizliği ve eylemsizliği, sağlık yerine acı, cerahat ve devasızlığı, ümit yerine yeisi, arzu yerine istemekten nefreti, nizam yerine kaos fikrini tercih eder. Yaşam karşısında ise ölümü, dağılıp gitmeyi kutsar. Hatta bu onda intiharın filozofisi olarak da görünür. İnsanın en ihtişamlı özgürlüğü olarak kendi hayatına son verebilmesini gösterir. Yazmayı kendini öldürmenin bir alternatifi olarak gördüğünü söyler. Sabahtan akşama kadar ne yapıyorsunuz diye sorduklarında cevabı ”Kendime katlanıyorum.” olur. Bir türlü bitemeyen günü ne yapacağını bilemez. Üstelik insomnia da yakasına yapışmışken.
”Yeryüzünü ve gökyüzünü sevmek istedim, marifetini ve coşkularını ve bana ölümü hatırlatmayan hiçbir şey bulamadım. Çiçekler, yıldızlar, çehreler -solmanın simgeleri, bütün muhtemel mezarların potansiyel kapaktaşları. Hayatın içinde oluşan ve onu soyutlaştıran şey, iç karartıcı ya da alelade bir sona doğru yol alır.”
Cioran’ı çürümeyi kutsayacak raddeye vardıran şey belki biraz da burada aranmalıdır. Görünene bakılırsa ölümle, bir yok oluşla noktalanan hayat dediğimiz şeyin bir devamı, sonrayı, sonsuzluğu ihtiva etmediği inancıyla evrenin varıp varabileceği yer görkemli bir çürüme olur. Zamanımızda insanlığın hiç olmadığı kadar aşağıların aşağısı bir derekeyi tuttuğu yadsınabilir mi? Acaba Cioran’ın yara, irin ve çürüme şenlikçiliği bunun teşrih masasına yatırılışı mıdır? Bir bakıma öyle.
Çözümsüz ve sonuçsuz soruşturmaların vardığı yer bir tıkanma ve dinmeyen bir melankoli oluyor onda. Pablo Neruda bir şiirinde ”Acılardan daha büyük bir yer yoktur/Bir tek evren var o da kanayan bir evren” diyor. Cioran’da bu ”çürüyen bir evren” olarak beliriyor. Artık evren sara hastalığına tutulmuş bir geometridir.
”Yakasında bir çiçekle tarihin sonuna doğru yol almak – zamanın akışı içinde tek onurlu tutumdur bu -Bir Yargı Günü olmaması, büyük bir iddialaşma fırsatımızın olmaması ne yazıktır! İnananlar: Ebediyet soytarıları. İman: Zamandışı bir sahne ihtiyacı. Ama biz inanmayanlar dekorlarımızla ölürüz. Cesetlerimize vaat edilen debdebeye aldanmayacak kadar da yorgunuz.”
Sezai Karakoç Çağ ve İlham’ın üçüncü kitabı olan Yazgı Seçişi adlı eserinde modern zamanlara bir katastrof ruhunun hâkim olmasından söz eder. ”Dünyamızın derisi altına, gezip dolaşan bir katastrof ruhu sızmış bulunuyor. (…) dünya dengesinin bozulması, yaşamanın yeni bir anlama gereksinme duyması gibi birçok etken, bu deri altığı yaratığının daha çok etlenmesine yarayan bir fırsatlar ortamı oluşturuyor. (…) Evet, eğer iskeletlerin ötesindeki, bedenlerin gerisindeki ruhlara iç gözümüzü çevirirsek, insanlığın ruh yüzünde frengi, cüzzam ve benzeri hastalıkların eseri yaralar, bereler irinler görürüz. Normal yapıda kültüre, sanata ve kalkınmaya akacak toplumsal enerjinin, umutsuzluk, idealsizlik, inançsızlık ve güvensizlik yüzünden, kolaya kaçarak bir nevi intihar etme şeklinde boşalmasının hınç kanalından hiçliğe dökülmesinin doğurduğu çığı tipi bir düşüşten kaynaklanan çırpınışlar yelpazesidir, dense yeridir.”
Emil Cioran bu söz konusu ruhun zamanımızdaki büyük bir temsilcisidir. Çürümenin Kitabı da bu ruhun bir terennümü olarak okunabilir.