12.4 C
İstanbul
Pazartesi, Aralık 9, 2024

Avusturya’nın Kovid-19 mücadelesi: Çok boyutlu kaos

Avusturya hükümetinin, Kovid-19 kaynaklı sağlık krizi aylardır “geliyorum” demesine rağmen zamanı iyi kullanmadığı ve gerekli adımları atarak dersine iyi çalışmadığı, kriz Avrupa’da da patlak verdiğinde görülmüş oldu. Anadolu Ajansı’ndan Kazım Keskin’in analizini Siyasal Hayvan okuyucularıyla paylaşıyoruz.

Bütün dünyayı etkisi altına alan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını karşısında ülkeler farklı tepkiler vermekte. Avrupa’da konuyla alakalı olarak adından en çok söz ettiren ülkeler İtalya ve İspanya olsa da Avusturya gibi ülkeler de virüsün Avrupa kıtasına ve hatta dünyanın birçok ülkesine yayılmasından sorumlu tutuluyor.

Hatırlanacağı üzere, özellikle Tirol Eyaleti’ndeki Ischgl kayak beldesinde salgının varlığı bilinmesine rağmen Avusturyalı yöneticiler tarafından geç ve yetersiz önlemler alınması nedeniyle yüzlerce hatta belki de binlerce insan enfekte olmuştu. En son 4 Mart’ta Ischgl’daki tatillerini bitirip ülkelerine dönen çok sayıda İzlandalı turistin Kovid-19 virüsü taşıdığının ve bu virüsü Ischgl’da kaptıklarının kamuoyuna ilan edilmesiyle Avusturyalı yöneticilerin sorumluluğu yadsınamaz boyuta ulaşmıştı. Bununla birlikte İzlanda, Mart ayı başında Ischgl’ı risk bölgesi ilan etmiş olsa da Avusturyalı yetkililer ancak 8 gün sonra bölgeyi karantina altına almayı kararlaştırdılar. Tüm bu gerçeklere rağmen Avusturyalı yetkililer hem önlem almakta geç kaldılar hem de meydana gelen skandalda sorumluluklarını kabul etmeye yanaşmadılar. İlerleyen zaman içinde üç Alman vatandaşının ölmesi ve aralarında Hollanda, ABD, Almanya gibi çok sayıda ülke vatandaşının da bulunduğu 4 bin 500’ü aşkın kişinin Avusturya devleti aleyhine yargı yoluna başvurma kararı alması işin boyutunu genişletmiş görünüyor.

Taraflı tarafsız birçok gözlemci tarafından Kovid-19’un Avrupa kıtasında yayılmasında merkezi rol oynayan Ischgl’daki skandaldan yeterince ders alınmadığı ise Avusturya’dan gelen son haberlerden anlaşılıyor. Popülist Başbakan Sebastian Kurz liderliğindeki koalisyon hükümeti, birbiri ardınca sökün eden skandallara rağmen hiçbir şey olmamış gibi davranarak Avusturya’yı yeni bir bilinmezliğe daha sürükleyecek kararlara imza atıyor. Hükümet 14 Nisan’dan geçerli olmak üzere büyüklükleri 400 metrekareye kadar olan dükkanların açılmasına onay verdi. Hem Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) hem de ülke içindeki çok sayıda uzman ve siyasetçi tarafından ikinci bir dalgaya yol açma tehlikesi nedeniyle eleştirilen bu kararın sonuçları endişeyle bekleniyor.

Önlemlerde kaos

Avusturya hükümetinin, Kovid-19 kaynaklı sağlık krizi aylardır “geliyorum” demesine rağmen zamanı iyi kullanmadığı ve gerekli adımları atarak dersine iyi çalışmadığı, kriz Avrupa’da da patlak verdiğinde görülmüş oldu. Hükümet salgın komşu ülke İtalya’ya geldiğinde bile gerekli adımları atmamış ve Avusturya içinde Kovid-19 bulaştığı resmi olarak kabul edilen ilk hastanın kaydı yapılmış olmasına rağmen hem ilaç hem de eldiven, maske vb. koruyucu malzeme sıkıntısını gidermek için bir hamle yapmamıştı.

İlerleyen zaman içerisinde sadece Avusturya halkının değil ve fakat daha da önemlisi, halka sağlık hizmeti sunması beklenen doktor, hemşire, sağlık çalışanı gibi hizmetlilerin bile ihtiyaç duyduğu malzeme, ilaç ve diğer araç gerecin ülkede yeterli miktarda bulunmadığı gerçeğiyle yüzleşildi. Bunun üzerine aralarında uzunca bir süredir aleyhte propaganda yapılan Türkiye gibi ülkelerin de bulunduğu bir grup ülkeden ihtiyaç duyulan malzemenin alınması yoluna gidildi. Ne var ki adeta komedi filmini andırırcasına aksilikler bu noktada da baş gösterdi. Avusturya’nın Çin’den ithal ederek kargo yerine yolcu uçaklarının koltuklarının üzerinde getirttiği kartonlardan çıkan milyonlarca maskenin gerekli normlara uymadığı ortaya çıktı. Bir başka dille ifade edilecek olursa Avusturya devleti yaptığı alışverişte dolandırılmıştı. İşin daha da kötüsü dolandırıldığını anlaması için de Almanya’daki Dekra isimli bir araştırma kuruluşunun raporuna ihtiyaç duyulmuştu. Her ne kadar daha sonra Avusturya askeri makamlarına bağlı bir enstitü kendi raporuyla bu dolandırılmayı tescil etmişse de devletin dolandırıldığını anlaması, ilk elde Alman araştırma şirketinin ortaya koyduğu rapor sayesinde mümkün olabilmişti.

Politikada kaos

Bu noktada Avusturya’nın izlemiş olduğu Kovid-19 test politikasına da değinmek gerekir. Medyada salgının önüne geçilmesinde çok sayıda test uygulamasıyla örnek gösterilen ülkelerden Güney Kore’nin takip edilerek, günlük en az 15 bin test yapılacağı bizzat Başbakan Sebastian Kurz tarafından açıklanmıştı. DSÖ’nün, bu tutumun önemini vurgulamak için kullandığı “Test etmek, test etmek, test etmek” mottosunu da dillendiren Kurz, 26 Mart tarihinde yapmış olduğu basın açıklamasında hedeflerinin bütün ülke nüfusunun testten geçirilmesi olduğunu ifade etmişti. Buna rağmen salgının başından itibaren kötü yönetim örnekleri sergileyen hükümet, kısa bir süre sonra özellikle test yapacak araç gereç yokluğu nedeniyle sessizce bu hedefinden vazgeçmek zorunda kaldı. Ülke nüfusunun tamamı yerine, daha pragmatik ve daha çok algıyı yönetme odaklı bir çözüme başvurularak bu iş Kızılhaç ile bir araştırma kuruluşuna havale edildi. Buna göre Kızılhaç’ın da yardımıyla Sora isimli kuruluş rastgele örneklemler kullanmak yoluyla ülkede kaç kişinin Kovid-19 virüsü kaptığını ortaya çıkarmak için bin 500 kadar kişiyle görüşme yaptı. Nisan ayı baz alınarak yapılan araştırmada elde edilen bulgulara göre Avusturya’da Kovid-19 virüsü kapmış olan kişi sayısının 10 bin 200 ila 67 bin 400 arasında olduğu tahmin ediliyor. Buna göre 6 Nisan 2020 tarihi itibarıyla Avusturya’da ortalama olarak 28 bin 500 kişinin enfekte olduğu düşünülüyor. Söz konusu kamuoyu araştırması sadece bin 500 kişiyle yapıldığı gerekçesiyle uzmanlarca çokça eleştirildi. Bununla birlikte elde edilen sonucun aynı dönem için hükümetin kamuoyuna açıkladığı 8 bin 500 rakamına kıyasen çok daha gerçekçi olduğu da kabul ediliyor.

Bu arada Başbakan Kurz tarafından marketlerde maske takılması zorunluluğu getirileceği ve bu maskelerin halka bedava dağıtılacağı söylenmiş fakat akabinde marketlerin elinde yeterli miktarda maske olmadığı anlaşıldığından bu uygulama da bir süreliğine ertelenmişti. Bunun da ötesinde marketlerin maskeleri daha önce hükümet tarafından öngörüldüğü gibi bedava dağıtmayacakları, 1 Avro karşılığında müşterilere sunulacağı ortaya çıktı.

Yine geçtiğimiz hafta Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı bir genelgeye göre beş kişiyi geçmemek kaydıyla evlerde toplanılabileceği belirtilmişti. Söz konusu genelge Avusturya’da Kovid-19 nedeniyle alınan önlemlerle tamamen çelişki içindeydi. Ülke çapında yaşanan kafa karışıklığının ardından Sağlık Bakanı Rudolf Anschober özür dileyerek genelgeyi düzeltti ve aynı aileden olmayan beş kişinin kapalı bir mekânda bulunması yasağının devam ettiğini ifade etti. Bu karar kurumlar arasında eşgüdüm olmadığını, krizle mücadele konusunda kurumların birbirinden farklı adımlar atarak günü kurtarma telaşında olduğunu gösteriyor.

Hukuk devletinde kaos

Avrupa ülkelerinin birçoğunda evlerine kapanmak zorunda bırakılan milyonlarca insana moral vermek amacıyla radyolardan “You’ll never walk alone” (asla yalnız yürümeyeceksin) isimli parça çalınırken Avusturya’da, aynı zamanda ülkenin resmi olmayan milli marşı olarak da kabul edilen “I am from Austria” (ben Avusturyalıyım) isimli şarkının polis devriyeleri tarafından halka dinletildiği görüldü. Şovenizm yapıldığı gerekçesiyle çokça eleştirilen bu uygulama sonradan yürürlükten kaldırıldıysa da hem bu şarkının seçilmesinin hem de bu uygulama için polis ekip otolarının kullanılmasının Avusturya’nın gittiği siyasal yönü gösterdiği şeklindeki yorumlar gözden kaçmadı. Tam da aynı dönemde Başbakan Kurz’un “hukuki ukalalıklara zaman yok” ifadesinin basında yer alması “talihsizlik” olarak nitelenebilir mi bilmiyoruz.

Hatırlamalıyız ki 2019 sonunda Avusturya Parlamentosu’na verilen bir soru önergesinden elde edilen bilgilerden Avusturya devletinin elinde 10 milyon kişilik veri tabanlı bir yüz tanıma sistemi programının olduğu ortaya çıktı. Daha önceleri anonim sim kartlarının kullanımdan kaldırılması gibi kişisel verileri hükümetin kontrolüne sunan ve otoriter hükümetlerin olduğu ülkelerde görülen yöntemlerin izlendiği gözlemlenen Avusturya’da, tüm telefonlara yüklenmesi zorunlu kılınacak bir casus yazılım ve plaka takip sistemi gibi uygulamalar ise ancak Anayasa Mahkemesi tarafından engellenebilmişti.

Kimi anayasal hakların Avusturya’daki uygulamalarda zedelendiğine bir başka örnek de basınla ilişkilerde gözlemleniyor. Geçtiğimiz haftalarda Başbakan Kurz’un partidaşı Tirol Eyalet Başbakanı Günther Platter’in sanal ortamda gerçekleştirdiği bir basın toplantısında ZDF temsilcisi Britta Hilpert’e soru sorma izni verilmemişti. Gerekçe olarak ise teknik yetersizlik nedeniyle sadece Tirol bölgesinden medya temsilcilerine bu imkânın tanınacağı ifade edilmişti. Daha sonra gelen tepkiler üzerine ZDF dahil diğer medya temsilcilerinin sorularının kamu kuruluşu Avusturya Basın Ajansı’nın (APA) Tirol şubesi aracılığıyla cevaplanacağı belirtilmişti. Buna rağmen Britta Hilpert ve başka bazı gazeteciler sorularına cevap alamadıklarını ifade etmişlerdi. Hatta Hilpert sorularını sadece eyalet yönetimine değil, bakanlıklara hatta başbakanlığa dahi ilettiğini ve hiçbir cevap alamadığını ifade etmiştir.

Yine Kovid-19 nedeniyle Mart ayı sonunda Romanya’dan getirilen 231 bakıcının 14 günlük karantina sürecini geçirmekte oldukları otelde pasaportlarına el konulması da Avusturya’da insan haklarına saygılı bir demokratik düzenden bahsetmenin gittikçe güçleştiğini gösteren örneklerden. Nitekim Avusturya’da kimi medya kuruluşları da ülkenin içinde bulunduğu durumu eleştirerek, bir hukuk devletinde olmayacak uygulamaların olduğunu işlemekteler. Buna göre Avusturya’da bugünlerde açık bir biçimde serbest olduğu bildirilmeyen her şeyin yasak olduğu izlenimi oluşmuş durumda. Avusturya’nın belli başlı dergilerinden Profil’de geçen bir haberde bir park oturağında gereğinden fazla oturmak ve yanından geçen yayalarla sosyal mesafeyi korumamak gerekçesiyle 500 Avro ceza kesilen bir kişiden söz ediliyor. Sosyal medyada büyük tepki çeken bu cezai uygulama gelen kamuoyu baskısı nedeniyle daha sonra geri çekildi. İçişleri Bakanı Karl Nehammer’in önümüzdeki süreçte polisin daha çok görünür olacağını ifade etmesiyse gelecekte bu tip tuhaf uygulamaların Avusturya’da artarak devam edeceğine işarettir.

Tutarlılıkta kaos

Aşırı sağdan popülist sağa, sosyal demokrattan aşırı sola kadar yıllardır Türkiye’nin otoriterleştiği propagandasıyla oy toplama çabası içinde olan Avusturyalı siyasiler konu Avusturya’da ya da Avrupa Birliği (AB) içindeki anti-demokratik uygulamalar olunca ortalıkta fazla görünmemeye başladılar. Başbakan Sebastian Kurz’un 30 Mart günü Macaristan’daki tartışmalı gelişmelere yönelik olarak “Vaktim yok” şeklinde açıklama yapması aslında ibretlik bir durum. Yıllardır Türkiye’de gündeme gelen hemen her gelişme hakkında fikir beyan edecek zamanı bulan Kurz’un AB üyesi ve üstelik komşusu Macaristan’da önemli bir gelişme hakkında yorum yapacak kadar bile “vaktinin olmaması”, meselenin sıklıkla dile getirildiği gibi demokrasi ya da insan hakları olmadığının apaçık göstergesidir. Oldukça ironik bir şekilde Kurz 31 Mart’ta, yani Macaristan’daki hükümete süresiz OHAL yetkisi verilmesi kararından yalnızca bir gün sonra ABD’nin Venezuela’ya yönelik “demokratik” açılımına desteğini ortaya koyduğunu ifade etmişti.

Aslında Avusturya’nın hiç de yeni olmayan bu tutarsızlığının ilk işaretlerinden biri bu ülkenin 2015 yılında Avrupa’daki mülteci krizinde sergilediği çelişkili tutumu olmuştur. Söz konusu krizin başlarında Macaristan’ın sert mülteci politikasına karşıtlık içinde olan Avusturya, adım adım Macaristan’ın tutumunu benimsemiş ve mülteci karşıtlığının AB içindeki bayraktarlığına kadar yükselmişti. Söz konusu değişimi yalnızca Sosyal Demokrat Partisi (SPÖ) – Avusturya Halk Partisi (ÖVP) koalisyon hükümetinden aşırı sağcı parti Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) ile başbakanın partisi ÖVP’nin oluşturdukları koalisyon hükümetine geçiş olarak yorumlamak doğru olmaz. Zira ÖVP-FPÖ hükümeti bitmesine rağmen Yeşiller ile ÖVP’nin oluşturmuş olduğu yeni koalisyon hükümeti modelinde de Macaristan’ın attığı adımlara -AB ülkelerinin çoğunluğu tarafından anti-demokratik olarak karşılanmasına rağmen- herhangi bir eleştiri yöneltilmemekte. Başbakan Kurz’un liderliğindeki hükümetin bu tutumunu, aynı zamanda Avusturya içinde gerçekleştirilen ve yukarıda kısaca değinilen anti-demokratik uygulamaların kolayca kabullendirilmesinde de işlevsel olduğu düşünülmelidir. Virüsle mücadelede ekonomisi oldukça yıpranan ve aşırı sağın yanı sıra aşırı sağ jargonun ülkenin temel kültür unsurları haline dönüşmeye başladığı şu dönemde Avusturya’da benzer tutarsızlıkların çok daha görünür hale geleceği, mülteci politikasının ise çok daha sert bir hal alması beklenmelidir.

Kazım Keskin

[Avusturya ve Almanya iç siyaseti alanında uzmanlaşan Kazım Keskin halen Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktora çalışmasına devam etmektedir]

SON YAZILAR
İLGİLİ HABERLER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.