Yakup Kadri Ankara adlı romanını üç kısma bölerek ele almıştır. Birinci kısımda Milli Mücadele öncesindeki Ankara’yı, romanın baş karakteri Selma Hanım, kocası bankacı Nazif Bey, Ankara’da Tacettin Mahallesi’nde kaldıkları evin sahipleri Ömer Efendi, iki hanımı ve annesiyle, Nazif Bey’in mebus arkadaşı Murat Bey ve ailesi, Binbaşı Hakkı Bey ile kurgulamaya başladı. Bu bölümde ilk olarak Ankara’yı tasvir etmiştir yazar. Türk Milleti’nin kalbinin Ankara’da çarptığı günlerde İstanbullu Selma Hanım ve kocası Nazif Bey Ankara’ya göç ederler. Çünkü İstanbul işgal altındadır. Ankara herkes gibi onlar için de umuttur. Selma Hanım Ankara’yı pek hazmetmemiştir. Ankara sıkıcı, tekdüze bir yaşama sahipti. İnsanlar yoksulluk içindeydi. Yollar çamurlu, taşlı idi. Selma Hanım hayıflanıyordu bu duruma. İstanbul’dan geldiği için bu duruma alışık değildi. Kocası Nazif Bey ise bu duruma aldırmıyordu. O canının derdinde işinin başındaydı. Yakup Kadri’nin deyişiyle Büyük Kavga’nın iptidalarında zenginleşen Sungurlu Zade olarak anılan Ömer Efendi Tacettin Mahallesinde iki hanımı ve annesiyle beraber evlerinde yaşamaktadır. Zengin olmasına rağmen son derece mütevazi, tutumlu bir hayat yaşamaktadır. Selma Hanım ve Nazif Bey onların evlerini kiralamışlardır. Ömer Efendi’nin zengin olduğunu duyunca ve de böyle mütevazi, bakımsız bir hayat yaşadığını görünce Selma hanım şaşırmıştır. Ömer Efendi hanımı, kız kardeşi ve anası ev işleriyle uğraşmaktadır. O dönemin Ankarası’nda kadının rolü budur. Çocuk bakan, ev işlerini gören, kocasına hizmet eden, kocasından dayak yiyen bir rol. Selma Hanım evinde pencereden karşıdaki evin kerpiçten duvarına, sokaktan geçen ağzı argo sözlerle dolu, çoğu yalınayak olan çocukların geçişine, akşam üzerine mandaların sokaktan geçişlerine ve sonra işten çıkan Ankara sakinlerinin evlerine dönmelerini izlemektedir. Selma Hanım bu manzarayı her gün görmekten dolayı Ankara gözünde yeknesaklaşmıştı. Çarşıya mendil almaya gitmiş bulamadan dönünce de iyice sıkılmıştır bu şehirden. Odasındaki eşyalar ona İstanbul’u hatırlattığı için dışarı çıkmak istemiyordu. Ankara İstanbul değildi. Ankara’da diş macunu, kolonyalı mendil gibi gramofon bile yoktu. Yakup Kadri bize burada 1922’ye kadar olan Ankara hayatını gerçekçi bir şekilde aktarmaktadır. Gerçek mekanları kullanması, gerçek mekan isimlerini kullanmasıyla. “ Ne Samanpazarı, ne Çıkrıkçılar yokuşu, ne Balık pazarı…”[1]
Selma hanım ve Nazif Bey için hayat böyle akmaktaydı. Nazif beyin okuldan arkadaşı olup mebusluk yapmakta olan Murat Bey ile karşılaşmasıyla beraber Etlik’teki evlerine misafirliğe giderler. Murat Bey ve ailesi kır hayatı sürmekteydi. Murat Bey misafirlerini sıcak bir şekilde karşıladı. Onları yemeğe çağırmıştı. Dostane bir şekilde karşılandılar. Murat Bey Selma Hanımın gözünde “ …halinde, bakışlarında, gülüşlerinde öyle bir saffet öyle bir babayanilik vardı ki bu şişman adam, genç kadına adeta kendisinin de kırk yıllık ahbabıymış gibi yakın geliyordu.”[2] Yemek sırasında Binbaşı Hakkı Bey atıyla beraber Murat Beyin evine doğru yöneldi. Hakkı Bey Selma Hanım ve Nazif Beyle tanıştı. Hakkı Bey başarılı bir binbaşı, milli mücadelede başarıya inanan, yurdunu seven bir insandır. Sohbet sırasında Batı’ya karşı mesafeli bir tavır takındığı şu sözlerden belli olmaktadır:” Siz, şuna gavur eli deyiveriniz. Hepsinin Allah belasını versin…”[3] Daha sonra Hakkı Bey milliyetçi bir tavırla konuşmasını sürdürür. A.B.D. başkanı Wilson’u suçlamaktadır. Hakkı Bey ile Selam Hanım sohbet sırasında at binme hususunu konuşurlar. Hakkı Bey Selma Hanıma söz verir ve at binmeyi öğretmeyi ve ayrıca onlara Ankara turu yaptırmayı kararlaştırır. O sırada Şey Emin ile Nuri Hoca gelmiştir. Sofrada Selam Hanım dışındaki kadınlar içeriye girdiler. Bu insanlar Selma Hanıma selam vermeyerek oturmuşlardır. Hakkı Bey Emin Beyle Nuri Hocayı Avrupa dışında içimizdeki düşman olarak niteledi.
Milli mücadele ile ilgili haberlerin yoğunlaştığı sıralarda Hakkı Bey Selma Hanım ve kocasını alıp Ankara kırlarına gezmeye götürdü. Hatta şaka yaparak ördek avına da gideceklerini söyledi. Selma hanım buna cevap olarak kendisini bu gidişle harbe de sokacağını söyledi Hakkı Beye. Hakkı Bey orada tahayyül edilen yeni Türk kadını profilinden bir rolü paylaştı:”Neden olmasın? Anadolu ordusunda asker kadınlar yok mu? Vatan hizmeti Türk kadınını yalnız evlerin altında mı bekliyor?”[4] Gezme sırasında Hakkı Binbaşı Atatürk’ün kira ile oturduğu evini gösterdi. Son derece mütevazi bir evdi. Selma Hanım taş ve toprak yığını olarak gördüğü Ankara’yı, bu mütevazi evi gördükten sonra bir başka bakmaya başladı.
Murat Bey ve ailesi Nazif Beylere konuk oldular. Hakkı Bey de yemeğe iştirak etti. Ömer Efendinin hanımı ve görümcesi kenardan onları izliyordu. Bu arada Tacettin Mahallesi sakinleri yeni komşularından rahatsızlık duymaya başlamışlardı. Bunu Ömer Efendiye bildirdiler. Selma Hanımın hal ve hareketleri, giyimi ve kuşamı onları rahatsız etmişti. Ömer Efendi bu durumu izah etmek istiyor hatta evden çıkarmayı düşünüyordu. Eve gelince hanımını, görümcesini dövünce onları eve alıp dövmeye başladı. Sesleri duyan Binbaşı Hakkı Bey buna tepki gösterdi. Kadına el kalkmasını hazmetmiyordu. Burada Milli Mücadelede rol alan, başarılı bir binbaşı olan cumhuriyete aşık bir insanın kadına yönelik pozisyonunu görmekteyiz.
Selama Hanım ileride kocası olacak İstanbul’dan yeni gelmiş Neşet Sabit ile Ankara’yı konuşuyorlardı. Genç muharrir Neşet Sabit Ankara’yı doğasıyla, köylüsüyle beraber yüceltici konuşmalar yaptı. Selma Hanım başta İstanbul’u öven açıklamalar yaptıktan sonra kırda gezerken gördüğü köylü bir çocuğu hatırladı ve Neşet Sabit’in haklı olduğu sonucuna vardı. Daha sonra Hakkı Bey yanlarına gelerek Neşet Sabit’i haremlik selamlık durumunu bozduğu için teşekkür etti. Cumhuriyette yeni toplum yapısında kadın ve erkeğin beraber tahayyül edildiğini Hakkı Bey’in ağzından almaktayız.
Nişan talimlerini yapmak üzere Selma Hanım eline silahı aldı. Başarılı atışlardan sonra Hakkı Beye sıra geldi ve başarılı atışlarıyla Selama Hanımı etkiledi. Selma Hanım Atatürk’ün mütevazi evini, köylü çocuğu görüşü ve daha sonra Neşet Sabit’in anlattıklarıyla beraber Hakkı Bey gibi bir figürden o kadar çok etkilenmişti ki Ankara hakkındaki görüşleri değişmişti. Kendini Milli Mücadeleye adayası gelmişti. Hakkı Beye muharebenin ne zaman olduğunu sordu ve cepheye katılmak istediğini belirtti. Hakkı Bey de ona Eskişehir’de hastanelerde bakıcılık bulacağını söyledi. Hakkı Beyden ise ses çıkmıyordu.
Eskişehir’de hastane yaşadıkları, yaralıların durumu herkeste olan inanca şahit olmasıyla birlikte Selma Hanım harbi kazanacaklarından emindi. Eskişehir’de ayrıca Atatürk’ü görmüştü. Onun kendinden emin halini görünce başarıya olan inancı iyice ayyuka çıkmıştı. Kocası temkinliydi. Böyle olunca Selma Hanım kocasından soğumaya başlıyordu. Onun inançsızlığından, şahsiyetsizliğinden dolayı ondan tiksiniyordu. Hakkı Beyi gördü. Ona bakınca içindeki heyecan katsayısı artıyordu. Selma Hanım yine çalışmak istiyordu. Milli mücadeleye katkısının olmasını isteyen bir kadın rolünü oynamak amacındaydı. Ankara’da Cebeci hastanesinde işe başladı. Ankara’da canlarını seven sakinler Kayseri’ye göç ediyorlardı. Ankara’nın tehlike altında olduğunu düşünüyorlardı. Selma Hanım kocası Nazif Bey bile Kayseri’ye göç hazırlıklarını tamamladı. Canını sokakta bulmadığını söyleyerek karısına son teklifini yaptı ve gitti. Selma Hanım ise kalmayı tercih etti. Ankara’ya olan bağlılığı artmıştı.
İkinci kısım milli mücadele sonrası yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti yılları geçmektedir. Selma Hanım Hakkı Bey ile evlenmiştir. Hakkı Bey askerliği bırakmıştır. Sivil hayata atılmıştır. Selma Hanım ev hanımıdır. Yenişehir’de bir evde yaşamaktadırlar. Bu bölümde anlatılanlar milli mücadele sırasındaki hayattan, tahayyül edilen hayattan farklı bir hayattır. Hakkı Bey yeni bir yaşam tarzını yaşıyordu. Alafranga bir yaşam tarzıydı. Selma Hanıma olan saygılı davranışları eskisi gibi değildi. Balolara katılıyorlar, Hakkı Bey Batılıvari bir şekilde ecnebi kadınlarla danslar yapıyordu. Selma Hanım ise artık çalışmıyordu. Lüks bir hayat sürmektedir kocasıyla beraber. Evde çay partileri veriliyor, oyunlar oynanıyor, içkiler içiliyordu. Evlerinin dekorları batılı tarzda inşa edilmişti. Eşyalar, mobilyalar alafrangaydı. Selma Hanım ile Hakkı Bey birbirlerini artık göremez oldular. Giyilen kıyafetlerle, yapılan danslarla Batılıyız imajı verilmek isteniyordu. Hakkı Bey Ankara’da su ile ilgili bir iş için gelen Alman işadamlarından komisyon alarak bürokrasiyle işi bağlamaya çalışıyordu.
Milli dava adeta mondenlik iddiası şeklini almıştı. Bütün bunlar bir zafer kadar önemli bulunuyordu. Batılılaşma Hakkı Bey gibi eski milli mücadele kahramanları için bu şekilde anlaşılmaktaydı. Bu yarışa eski milli mücadele döneminde mebus olan, ailesiyle beraber mütevazi bir hayat yaşayan Murat Bey de katılmıştı. Murat Bey büyük çapta arsa spekülasyonlarıyla zenginleşen Kavaklıdere’de konforlu bir köşkte arada Avrupa’ya da geziler yaparak yaşamaktadır.
Ankara Palas’ta yapılan bir baloda baloyu dışarıdan takip eden Ankara sakinleri için yabancı gelen bu mondenliğin halktan ne kadar kopuk olduğu ortadaydı. Baloyu dışarıdan takip etmekte olan bir hoca ve bir köylü olanlara anlam veremiyordu. Tangonun ne olduğunu, balonun ne olduğunu bilmeyen insanlardı. Hatta otelin ne olduğunu bile bilmiyorlardı. Hatta inkılâp yıllarında zenginleşenler bile nasıl dans edileceğini bilemiyorlardı. Tam anlamıyla Batılı değillerdi. Avrupalı gibi süslü olmalarına rağmen.
Selma Hanım bu durumdan hayıflanmaya başladı. Kocası Hakkı Bey ile arası soğumaktaydı. Ayrıca Hakkı Bey Milli mücadele devrinde yukarıda alıntı olarak ta aktardığım Avrupa ile ilgili sözleri unutmuş olacak ki Avrupa adab-ı muaşeretini benimseyen, ecnebi bayanlarla balolarda dans eden biri haline gelmişti. Ayrıca bir ecnebi kadınla yakınlık kurmuştu. Selma Hanım bu durumu öğrendiği vakit kocasından soğudu. Bu monden hayattan sıkılmaya başladı. Daha sonra da boşanma süreci gerçekleşti ve kocasından ayrıldı.
Neşet Sabit Selma Hanım ve kocasının katıldığı her baloya, çaya iştirak ediyordu. Bir baloda Selma Hanımın yanına geldi ve sohbet etmeye başladılar. Neşet Sabit genç bir yazar, şairlikte yapan iyi yetişmiş bir insandır. Gayet mütevazi bir pansiyonda kalarak hayat sürmektedir. Selma Hanım onun bu hayatına acımaktadır. Çünkü inkılâp yıllarında çoğu kişi zenginleşmişti. Fakat Neşet Sabit sanatla uğraşan, hoşgörülü, milli mücadele döneminde gönülden desteklemiş bir insandır. Bu özellikleri sayesinde Selma Hanımın gönlünü çalacaktır. Sohbette Neşet Sabit Ankara’da kendi muhitinde milli mücadele dönemi gibi bir hayat yaşandığını ifade ediyordu. Selma Hanım buna şaşırmaktaydı ve Neşet Sabit’i inkılâpçı olmamakla itham ediyordu. Çünkü Neşet Sabit’in hayat tarzı değişmemişti.
Neşet Sabit buna cevap olarak şunları söylüyordu:”Bilmem belki de, sizin anladığınız gibi bir inkılâpçı değilim. Ben, İnkılâbı hiçbir zaman, hayatın dış şekillerini değiştirmek manasında almadım. Hele bir konfor ihtiyacı , bir konfora eriş cehti manasına hiç almıyorum.Şüphesiz içimizde yeni bir hayat hamlesiyle çatlayan şey yeni bir şekle vücut verir, yani yeni bir kabuk bağlar. Fakat bu safhada artık inkılâptan bahsedilemez. Burada, artık, muayyen bir çeşit hayatın kalıplanışı vardır. Biz, sanki, inkılâbımızın böyle bir safhasına mı geldik sanıyordunuz? Yok canım bu gördüğünüz şeyle, bu balo, bu otel , sizin Yenişehir evleriniz, bunlar hep birer hayat kalıbıdır ama bizim kendi inkılâbımızın ateşinde dökülmüş kalıplar değil. Bizim ruhumuzdaki yeni hayat prensibinin, yeni hayat özünün tomurcuğu da çatlamadı. Çatlamış olsaydı, memleketteki hayat şartlarının yalnız küçük bir ekalliyet lehine değil bütün millet için değişmiş olması lazım gelirdi.”[5]
Yakup Kadri Neşet Sabit karakterinden Atatürk’ün kurduğu cumhuriyette Batılılaşma ülküsünün yanlış anlaşıldığı belirterek bunun sadece balolarla, kılık kıyafetlerle ve sadece küçük bir azınlıkta şekillenmesinin ele alındığını halbuki böyle değil tüm topluma sirayet etmesi gereken, ferdiyetçi değil, cemiyetçi yani topluma mal olması gerektiğini belirtmektedir. Bu nedenle Yanlış Batılılaşmanın yarattığı psikolojik değişimleri, alafrangalığı, sorumsuzluğu ve en önemlisi çıkarcılığı ortaya koymaktadır.
Neşet Sabit için Türk kadını, sorumsuz olmayıp çalışan, vatanını düşünen bir şekilde hareket edecekti ve elbette dans da edecek giyinecek ama sorumlu olacaktı. Türk erkeği ise Tanzimat beylerinin garpçılığı gibi alafranga olmayacaktı. “ Milliyetçi Türk garpçısı için Garpçılığın en karakteristik vasfı Garplılığa Türk üslûbunu, Türk damgasını vurmaktır. Şapka bize hakim değil biz ona hakim olmalıydık. Garplılaşma, muayyen bir hayat prensibidir. Bu prensi, ancak, milli isteğin, milli kültürün ve nihayet milli ahlâkın hizmetçisi, emirberi olmak şartıyladır ki yaratıcı ve kurucu rolünü ifa edebilirdi.”[6]
Neşet Sabit böyle düşünüyordu. Fakat durum böyle değildi. Yaşadığı semtte elektrikler kesiliyor, su bulmakta Ankara halkı stres olmaktaydı. Yakup Kadri bu genç adamın Ortaçağ Asyasının göbeğinde yer aldığını söylüyordu ve “Onun için Türk inkılâbının vakarlı ve ahenkli ruhu, kendine layık ifadeyi çok daha canlı, çok daha şahsiyetli bir mimaride aramaktadır” [7] diyordu.
Selma Hanım Milli mücadele günlerinde kocası Nazif Beyden tiksindiği gibi bu sefer Yanlış Batılılaşmanın figürü olan Hakkı Bey’den de soğumaktadır. Aradığı tek şey samimiyettir.Neşet Sabit ile yaptıkları sohbetler, genç adamın Batı ile ilgili sözleri ve Türk inkılâbı hakkındaki sözleri, samimi oluşu, mütevazi oluşu Selma Hanımı Neşet Sabit’e yaklaştırıyordu. Neşet Sabit ise Selma Hanımdan hoşlanmaya başladı. Selma Hanım eşinden ayrılma sürecini başlattıktan sonra tekrar eski mütevazi hayatına dönme kararı aldı. İlk taşındığı Tacettin Mahallesine gitti. Ömer Efendi’nin konağındaki evi kiralamak istedi. Neşet Sabit’e de iş bulmasını rica etti. Neşet Sabit kendisine bir mektepte öğretmenlik yapabileceğini söyledi. Selma Hanım bu görevi kabul etti.
Romanın üçüncü kısmı Gazi Mustafa Kemal’in onuncu yıl nutku ile başlamaktadır. Selma Hanım o nutku dinleyenler arasında yerini almıştı. Aklına Milli Mücadele günlerinde Eskişehir’de Gaziyi görüşü aklına geldi ve duygulandı. Gazinin konuşması Selma Hanımda coşkuya sebep oldu. Selma Hanım ile Neşet Sabit artık birlikteydi. Neşet Sabit roman yazıyor, tiyatro oynuyor edebiyatla uğraşıyordu. Selma Hanım ise kız okulunda öğretmenlik yapıyordu. İdeal Türk kadını ve Türk erkeğinin cisimleşmesi bu iki insanda cerayan ediyordu. Gazinin dediği gibi çalışkan, güzel sanatlara ilgili Türk yurttaşı. Kadın ve erkeğin eşit olduğu bir cumhuriyet.
Romanı kimlik kurma kılâvuzu olarak ele alırsak üçüncü kısımda Yakup Kadri Türk Üst kimliğini, milli kimliği kadına düşen ve erkeğe düşün görev ve sorumluluklar, hayat tarzı olarak tahayyül etmektedir. Ayrıca Neşet Sabit’in ağzından pozitivist,rasyonel düşünceyi amaç edindiğini de okuyucuya şöyle aktarmıştır:”…Herşey akıl ve irade işidir…..İnsan, kendi alınyazısını kendi eliyle yazacak ve kaza, kader insanın kendi arzusu, kendi iradesi olacaktır.”[8]
Romanda ayrıca Yıldız isimli genç kız karakteri Neşet Sabit’in tiyatrodan öğrencisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yıldız hem tiyatro oynamakta hem de koşuculuk yapmaktadır. Türk gençlerini çalışkan, sporcu, mütevazi bir şekilde olmasını tahayyül ettiğinden yazar Yıldız karakterini kullanmıştır. Milliyetçi bir roman özelliğini bu anlatılanlar vasıtasıyla ortaya koyulmuştur.
Türk inkılâbı üçüncü kısımda başarıya ulaşmaya doğru emin adımlarla ilerlediği aktarılmıştır. Selma Hanım ve Neşet Sabit Bey yaptıkları Anadolu gezilerinde şehirlerin gelişmekte olduklarını gözlemlemişlerdir. Ayrıca tüm yurt sathında okuma yazma oranları artmakta, demir yolu ile şehirler örülmektedir. Türk Dili Tetkik, Türk Tarih Cemiyetleri ve Halkevleri ile topluma yararlı kuruluşlar olduğu ele alınmaktadır. Mutlu mesut bir şekilde halkın tek vücut halinde cumhuriyetin yıldönümü kutlamakla roman bitmektedir.
Ayrıca muhafazakâr bir açıdan bakıldığında romanda Yanlış Batılılaşma nedeniyle yaşanılan monden hayat yerine eski Ankara özlemi Selma Hanım ve Neşet Sabit tarafından dile getirilmişti. Bu muhafazakâr bir dışa vurumu simgeliyordu.
Yukarda da anlattığım gibi kadın üzerinden ideolojinin aktarılması konusu bu romanda açık bir şekilde ele alınmıştır. Selma Hanım üzerinden Türk kadınının rolü çalışan, güzel sanatlarla ve sporla uğraşan, vatandaşlık sorumluluklarını bilen medeni kadın anlayışı okuyucuya aktarılmıştır. Cumhuriyetle birlikte kadının toplumdaki yeri bu olması hedeflenmiştir.
Toplumsal sınıflar açısından ele alacağımız vakit romanda o yozlaşma döneminde Yanlış Batılılaşan elit sınıf ile köylü analizi yapılmıştır. O dönemde köylünün hali perişandır. Kırsal kesim Türk inkılâbının tesirinin hissetmemiştir milli mücadelede görev alan ve sonrasında zenginleşen elitlerin aksine. İşçi sınıfı romanda işlenmemiştir.
Romanda gerçeklik ile ilgili olarak yukarda romanı özetlediğim gibi gerçek kişiler ki bunlar Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere İsmet Paşa, ABD başkanı Wilson yer almıştır. Mekânla ilgili olarak Ankara, çarşı Pazar isimleri, sokak isimleri, ilçe isimleri gerçekte de var olmuş, olan yerlerdir. O dönemin Ankara’sını Yakup Kadri çok güzel bir biçimde aktararak o dönemin Ankara’sı hakkında bilgi sahibi olmamızı tamamem olmasa bile yardımcı olmuştur. Atatürk’ün onuncu yıl nutku gerçekliği romanda ayrıca yer almıştır.
Yazan: Tugay KARADEMİR
[1] Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Ankara, İletişim Yayınları, 30. Baskı, İstanbul, 2013, s.33.
[2] A.g.e.,s.38.
[3] A.g.e.,s.40.
[4] A.g.e.s.62.
[5] A.g.e.s.124.
[6] A.g.e.,s.136
[7] A.g.e.,s.139
[8] A.g.e.,s.191.