Geçtiğimiz günlerde Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) yeni başkanının dışişleri sorumlusundan (Rex Tillerson) Çin’in bam teline dokunan ve bir açıklama geldi. Söz konusu açıklama tam olarak “Çin’in, Güney Çin Denizi’ndeki yapay adalarına erişiminin engellenmesi gerektiğinden” bahsediyordu. [1] Bu da dolaylı olarak Çin’in, Güney Çin Denizi’nden atılması gerektiği anlamına geliyordu.
Hatırlarsanız geçen yılın sonlarına doğru, o dönemde “Seçilmiş Başkan” olan Donald Trump’tan Çin’i geren bir de Tayvan açıklaması gelmişti. Bu açıklamasında Donald Trump, Çin’in bir nevi uydu federe devleti konumunda olan ve Güney Çin Denizi’nin bölgesel güçleri – Japonya, Rusya ve Çin – için tüm ulaşımda uğrak noktası olarak kullanılan Tayvan’ı Çin’in bir parçası olarak gösteren tek-Çin (one-China) politikasının tartışmaya açılabileceğinden bahsediyordu. Küresel hükümdar, Tayvan’ı da, Tayvan Devlet Başkanı Tsai Ing-ven ile yaptığı telefon görüşmeleri yoluyla bir miktar cesaretlendirmeye çalışıyordu. [2]
İlginçtir, yine geçtiğimiz günlerde ABD, bu sefer Rusya’nın kabul edemeyeceği şekilde, bir zamanlar Rusya’nın batı kanadının Avrupa’ya dayandığı -Polonya’yı, Baltık ülkelerini ve Almanya’yı da içine alan – Mittleeuropa’nın üst bölgesine, Soğuk Savaş döneminden bu yana gerçekleşecek olan en büyük askerî sevkiyatı yapma kararını aldığını açıkladı. [3]
Nedense bu “Atlantik Kararlılık Operasyonu” kapsamında, ABD tarafından, Karadeniz’de güvenliği sağlamak adına ve Kırım’da konuşlandırılan askerî yığınaklara cevap olarak Romanya’ya ciddi bir askerî güç takviye edildi. Bunun yanı sıra füze kalkanları da aktif hâle getirildi. Bu ardışık hamlelerin tek sebebi şüphesiz ABD’nin, yakın döneme kadar tamamen kendisinin kontrolünde olan ve Rusya’nın hâkimiyet kurmak için hem Kırım’ı ilhak edip hem de Ukrayna’yı karşısına almak zorunda kaldığı Karadeniz’de hâkimiyeti tekrar ele geçirmek istemesiydi. [4]
Bu bahsedilen operasyonların tamamının gerçekleşmesi yaklaşık 2 ay sürmüştür. Gerçekleşme bölgeleri ise Asya kıtasının sırasıyla en doğusu ve en batısıdır. Yani ABD’nin uzun dönemli stratejik planlarını belirleyen zekâların, dünyanın hâkimiyetinin devam ettirilmesi amacıyla öncelikli kontrol altına alınması gereken bölge olarak belirledikleri geniş alanın en hassas noktalarıdır.
Peki, Atlantik ötesinde bulunan ve bu bölgelerle herhangi bir karasal bağı bulunmayan ABD’nin nispeten Akdeniz’den küçük olan bu iki denizden (Güney Çin Denizi ve Karadeniz) istediği nedir? Bunları kontrol altına almakla neleri engellemek ve neleri garantilemek istemektedir?
Yazgısını gerçekleştirmek isteyen Rusya
Rusya’nın uzun yıllar boyunca gerçekleştirmek için uğraştığı, en çok da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) döneminde hem Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (COMECON) aracılığıyla ekonomik olarak, hem de hegemonyasındaki ülkelerin destekleriyle askerî olarak gerçekleştirmeye yaklaştığı “kıta Avrasyası’nın doğusu ile batısını kontrol altına almak” hedefi için yanıp tutuşan bu arzuları, kuşkusuz ki kendisini dünyanın patronu olarak gören ABD için, Rusya’yı her hareketi kontrol altına alınması gereken bir devlet konumuna sokmaktadır.
Kaldı ki 1991 yılından sonra uzun yıllar boyunca sadece koca bir stratejik eksen olabilen, daha ötesini becerebileceğine kuşkuyla bakılan Rusya, son dönemde gerçekleştirdiği rasyonel mutabakatlarıyla ve hamleleriyle kabuğunu kırmakta kararlı olduğunu göstermektedir. Nispeten güçlendiği bu noktada Rusya’nın “kaderin kendisine zorunlu kıldığı” hedeflerine ulaşmak adına yapması gereken ilk hareket tabii ki de kendisini bir zamanlar kıta Avrupası’na komşu yapan – ki diğer ucu Çin’e dayanan bir ülke için bu büyüklük müthiş bir egemenlik alanı demektir – Ukrayna’yı, dolaylı olarak da Karadeniz’i kontrol altına almaktır. Bir modern imparatorluk kurmak amacında olan Rusya için Karadeniz, eskiden hükmünün geçtiği Mitteleuropa’ya da ulaşmanın bir yoludur. Zaten NATO kanadında kötü karşılanan Kırım ilhakının da Rusya’nın, kendisine “yasaklanan” Karadeniz’e hükmetme yolunda ilk adımı olduğunu söyleyebiliriz. Devamında uygulananlara – ekonomik ambargo, SWIFT tehditleri v.s. – bakılarak Rusya’nın bu politikasında başarılı olduğu söylenebilir.
Tarihini tekerrür ettirmek isteyen Çin
Çin, dünya tarihinin en büyük ve en uzun süre yaşayan imparatorluklarından olan ulus bir topluluktur. Her ne kadar yakın tarihte yaşananlar alınlarında kara bir leke olarak duruyor olsa da, dünyanın gerçek merkezi olduğuna inanmış fazlasıyla milliyetçi bir topluluk olan Çinliler için, geçmişte hüküm sahibi oldukları alanların da ötesinde tüm dünyaya hükmedecek bir küresel güç olmak, tarihin kendilerine yüklediği bir zorunluluktur. Elbette bu konuda yapılacak en rasyonel iş, ilk başta ekonomik açıdan ciddi bir güç olmaktı. Bunun neticesinde oluşacak askerî güç Çin’e önce bölgesel, ardından da küresel hâkimiyetin kapılarını açacaktır. Zaten 1990’ların ortalarında bile gayri safi yurt içi hasılasının (GSYH) %20’sini askerî harcamalara ayıran bir devlet için, bu hayallerine uzun zamandır zemin hazırladığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Günümüzdeki ekonomik verileriyle, kendisini bir dönemler “sadece yaşlı bir adam” olarak gören ABD’nin dahi üzerine çıkan Çin’in bunu gerçekleştirmedeki en büyük etkeni Güney Çin Denizi olmuştur. Hem inanılmaz derecede zengin ve potansiyeli yüksek Güneydoğu Asya ülkelerine ulaşabilmek, hem de Arap Yarımadası’na, Orta Doğu’ya ve Avrupa’ya mallarını satabilmek için kullanacağı müthiş ticaret yolu bu denizden geçmektedir. Elbette Çin’in bu emellerini bilen ABD, yok olmuş bir Çin’in kendisinin uzun vadede gerçekleştirmek istediği mutabakatı sağlanmış bir Asya için onarılamaz yaralara ve keşmekeşe yol açacağını bildiği için – SSCB sonrası Çin örneğinde olduğu gibi – Çin’in gelişmesi ve yayılmasına belirli bir noktaya kadar müsaade edilmesinde bir sorun görmemiştir. Zira zayıf düşmüş bir Çin, Rusya’nın eksenine girme ihtimalinden dolayı pek de istenmeyen bir durumdur. Ancak gelinen noktada Çin’in başta Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) atağı olmak üzere her türden mutabakatlarıyla ciddi bir stratejik oyuncu olduğunu göstermesi, ABD’nin Uzak Asya’daki emellerine fazlasıyla tehlike oluşturmaya başlamıştır.
İntikam almak isteyen Rusya
1991 yılında birkaç haftalık bir süre içerisinde kendisinden ayrılan ülkelerle kurmak istediği BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu) projesi ciddi zemin bulamayan Rusya için Özbekistan veya Azerbaycan’ın kopmalarından daha onur kırıcı bir durum varsa, o da etnik yapı itibariyle Russky (etnik olarak Rus) olan Ukrayna’nın kendisinden ayrılması ve bir de üzerine Karadeniz’in -NATO üyesi olan Türkiye’nin de desteğiyle- Ukrayna tarafından kendisine kapatılmasıdır. Bu durum Rusya için, dış siyasette herhangi bir yenilgiden çok bir ihanettir. Slavik kardeşleri onların yıkılmaz kalesiydi, Avrupa’ya açılan kapılarıydı. Yakın zamanda gerçekleşen Ukrayna krizinin altında yatan temel nedenlerden birisi kuşkusuz Ukrayna’nın bu tercihidir. Her ne kadar Kiev ve Ukrayna halkı Avrupa’ya yakınlaşmayı daha çok arzu ediyor olsalar da, Rusya’nın bu “etnik” kardeşlerinin topraklarını NATO’ya kaptırmak gibi bir niyeti bulunmamaktadır.
İntikam almak isteyen Çin
Geçen yüzyılda gerçekleşmiş olan en büyük soykırımlardan birisi şüphesiz Japonya’nın Çin üzerinde gerçekleştirdiğidir. Bu, Çin için alınlarına sürülmüş ve hâlâ yapanlar tarafından özür dahi dilenmemiş kara bir lekedir. Bu kadar sinirli olmaları, kendilerine bu lekeyi süren Japonya’nın merkez aklı ABD’nin açıklamalarına verdikleri tepkilerden anlaşılabilir. Ancak Çin, Japonya’nın yaptıklarına tepkiliyken neden bu tepkisini ABD’ye yansıtmaktadır?
Bu sorunun iki cevabı vardır:
Birincisi, haritada Çin’in yerine bakarsanız, Çin’in doğusuna baktığınızda Japonya hariç herhangi bir engelle karşılaşmadan ABD’ye ulaşabilirsiniz. Bu noktada ABD’nin Japonya’daki askerî varlığının sebebini anlayabilirsiniz. Kaldı ki, Çin gibi kadim dönemden geleneklere sahip bir ulus için bu şekilde bir kafese kapatılma kabul edilebilir değildir.
İkincisi, sadece Çin değil, tüm Doğu Asya – Güneydoğu Asya da dâhil olmak üzere – halkları tarafından geçmişte yaşananlardan kaynaklanan bir Japon nefreti olmasına rağmen, Japonya’nın ABD tarafından pragmatist amaçlarla korunuyor olması, Çin tarafından – ve tabii tüm Asya tarafından – hazmedilemez bir aşağılanma duygusunu da beraberinde getirmektedir.
Neticede söz konusu bölgede Japonya’ya karşı direkt, ABD’ye karşı ise dolaylı bir nefret söz konusudur.
Ticaret yolu ve boru hatları güzergâhının kontrolü
Çin’in son dönemde elini bu kadar güçlendiren etkenlerin ekonomik unsurlar olduğunu, ekonomik kalkınmada ise en büyük etkenin Güney Çin Denizi ticaret yolunun kullanılması olduğu yukarıda belirtilmişti. Ancak, bu deniz Çin için sadece üretim mallarının satıldığı bir güzergâh değil, aynı zamanda artan nüfusuna da orantılı bir şekilde artış gösteren petrol ve enerji ihtiyacının da karşılandığı, yani kaynaklarına ulaşmada da asli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple Güney Çin Denizi’ni Çin’e yasaklamak demek, Çin’e vurulabilecek en büyük darbe ve uygulanabilecek en büyük ambargo demektir.
Ancak, ABD’nin bu hamlesi gerçekleşirse eğer, sonuçları pek de umduğu gibi olmayabilir. Zira Çin ticaret yoluna bakarsanız, Çin’in böyle bir engel karşısında krizden çıkmak için yapabileceği en mantıklı şey Rusya ile daha fazla yakınlaşması olacaktır. Elbette bu biraz da ABD’nin Güney Çin Denizi kozunu ne kadar ısrarla oynayacağına bağlıdır.
Bu konuda Batı Asya tarafında işler daha bir karışık durumdadır. Azerbaycan ve Orta Doğu’nun kaynaklarını Türkiye üzerinden Avrupa’ya aktarmayı planlayan anlaşmalar engellenmeye çalışılsa da, en büyük kontrol savaşının Karadeniz’de gerçekleşiyor olması, buraya hükmetme konusunda kararlı bir Rusya’nın elini bir hayli güçlendirmektedir. Kararlılıkla üzerine gittiği Karadeniz’de kontrolü sağlamış bir Rusya, şüphesiz daha da ileriye giderek tam gerçekleştiremediği Ukrayna planlarını da tekrar devreye sokacaktır. Bunun ileri safhaları ise Rusya’nın, Avrupa aracılığıyla ABD’nin Rusya’yı köşeye sıkıştırmak adına Avrupa Birliği (AB) ve NATO üyesi yaptığı eski Varşova Paktı üyelerinden isteksiz olanları ilhak etmesi, istekli olanları da referandumlarla topraklarına katması olacaktır. Muhakkak ki böyle bir Rusya, hele ki Çin ile sorunlarını halletmiş olan böyle bir Rusya, ABD’nin küresel hâkimiyetinin sonu demektir.
Orhan Bulut
Gaziantep Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü
[1] http://haber.sol.org.tr/dunya/trumpin-disisleri-bakani-adayi-cinin-guney-cin-denizi-adalarina-erisimi-engellenmeli-182119
[2] http://www.telegraph.co.uk/news/2017/01/14/donald-trump-says-one-china-policy-negotiation-russian-sanctions/
[3] http://www.sabah.com.tr/dunya/2017/01/10/abdden-polonyaya-asker-ve-techizat-sevkiyati
[4] http://www.haberturk.com/dunya/haber/1354125-abd-ve-rusyanin-yeni-gerilim-merkezi-karadeniz