Göbekli Tepe, Şanlıurfa’ya 15 km mesafede bulunan bir arkeolojik sit alanıdır. Söz konusu sit alanı, yan yana sıralanarak çember şeklinde sıralı bir şekilde oturtulmuş taş yapılardan (“T” biçimindeki kalkerli taştan yapılar) meydana gelmektedir. Söz konusu çember biçimindeki taş halka kümelerinin sayısı ise yaklaşık yirmi olarak tahmin edilmektedir. Söz konusu çemberler de başka çemberlerin içine yerleştirilmiş biçimdedir. (Resim -1-)
Göbekli Tepe ile ilgili olarak şaşırtan bilgilerden biri, bu yapıların yaşıdır. Yapılan araştırmalar, söz konusu taş yapıların yapımının günümüzden 11.000 ile 13.000 yıl geriye gittiğini göstermiştir. Bu da bize, Göbekli Tepe’nin şimdiye kadar keşfedilmiş dünyanın en eski tapınağı olduğunu göstermektedir. Bu durumda, şu anda Göbekli Tepe, dinin doğduğu noktalardan biri ve hatta dinin doğuş noktası olarak kabul edilmektedir. Göbekli Tepe’de aynı zamanda ok uçları ve volkanik taştan yapılmış eski bıçaklar da bulunmuştur. (Resim -2-)
Arkeolojik Kazılar
Arkeolojik kazılar 1994 yılında başlamış olup, kazının başında, Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Klaus Schmidt bulunmaktadır. Günümüzde, Göbekli Tepe’nin henüz çok küçük bir kısmı kazılmış durumdadır, ancak şimdiye kadar kazılan ve gün yüzüne çıkartılan yapılar arkeologları şaşırtmaya yetmiştir.
Yukarıda belirtilen “T” şeklindeki kalker blokların oluşturduğu çemberlerin ortasında, yaklaşık 5,5 metre uzunluğunda iki büyük sütun bulunmaktadır. (Resim -3-) Söz konusu blok ve sütunların üstüne ise kabartma ile hem insan, hem de hayvan figürleri çizilmiştir. En büyük sütunların, İngiltere’de bulunan Stonehenge’den bile büyük olduğu söylenmektedir. “T” şeklindeki taş yapıların ağırlığı 15 ile 20 ton arasında tahmin edilmektedir (bazılarının 50 ton üzerinde olduğu da belirtilmektedir). Söz konusu “T” şeklindeki yapılardan, döneminde 200 adet inşa edildiği tahmin edilmektedir.
Bu verilere göre arkeologlar, söz konusu taşlardan herhangi birinin taşınabilmesi ve taşlara şekil verilebilmesi için en azından 500 işçiye ihtiyaç olduğunu söylemişlerdir. Aynı zamanda, tonlarca ağırlıktaki taşlar ile yapılan inşaat tiplerinin de Mısır’daki piramitler ile veya İngiltere’deki Stonehenge ile başlamadığı da anlaşılmıştır.
Göbekli Tepe’nin “Tarih” için Önemi
Göbekli Tepe’yi tarih disiplini için önemli kılan, “insanların, henüz tarım aşamasına geçmeden, dinî amaçlı da olsa bir köy inşa edebilecek kapasitelerinin o dönemde olduğunun anlaşılması”dır. Çünkü şimdiye kadar insanların öncelikle tarım ile tanışıp yerleşik hayata geçtikleri ve bununla birlikte köylerin, daha sonrasında ise şehirlerin oluştuğu bilinmekteydi. Oysa ki uzmanlar haklıysa ve Göbekli Tepe’yi inşa edenler avcı ve toplayıcı insanlar ise, bu durumda insanların henüz tarım ile tanışmadan köyler inşa edebilmiş oldukları anlaşılacaktır ve tarih kitaplarında verilen bilgilerde değişmeler yaşanabilecektir.
Göbekli Tepe’yi önemli kılan ikinci bir neden, etrafında “orada yaşandığını kanıtlayan” bir yapı olmamasıdır. Arkeologlara göre, sit alanındaki yapıların hiçbiri, insanlar tarafından günlük hayatta kullanılmamaktaydı. Bu nedenle de, araştırmanın geneli incelendiğinde, yapıların tarım ile uğraşan kişiler tarafından değil de “hayvancılık ve toplayıcılık” ile uğraşan kişiler tarafından yapıldığı söylenmektedir. İddiaya göre bu avcı ve toplayıcılar, çeşitli yerlerden gelerek büyük bir yapı inşa etmiş ve daha sonra bu yapıyı dinî amaçlar için kullanmışlardır. Söz konusu iddia, obsidyen (volkanik sert bir taş) yapılmış bıçakların, taş malzemelerin arkeolojik kazılarda bulunmasıyla desteklenmiştir. Yapıyı inşa edenlerin günümüz Irak, İran, Orta Fırat ve Doğu Akdeniz kesimlerinden geldikleri tahmin edilmektedir.
Bulunan obsidyen bıçakların nereden geldiği üzerine yapılan araştırmalar sonucunda bıçakların Kapadokya, Van Gölü etrafı ve Kuzey Anadolu’dan çıkan obsidyenden yapıldığının anlaşılması, Göbekli Tepe’nin çeşitli yerlerden gelen insanların bir araya geldiği bir alan olduğu tezini daha da güçlendirmektedir.
Bu teze bir anti-tez olarak söz konusu bıçakların veya ham hali ile obsidyenin direkt olarak insanlar tarafından taşınmayıp, ticaret v.b. yollar ile el değiştirmiş olabileceği sunulduğunda ise uzmanlar, bu sefer obsidyenin işlenmesine ve bölgeler arasındaki el işçiliği benzerliğine bakarak bir sonuca varmaya çalışmışlardır. Yapılan çalışmalar sonrasında ise, belirli bir miktar obsidyenin öncelikle ham olarak Güneydoğu Anadolu’ya gittiğini ve orada işlenerek bıçağa dönüştürüldüğü, daha sonrasında bu bıçakların Göbekli Tepe’ye insanlar tarafından taşındığı sonucu çıkarılmıştır.
İnsanların tam olarak hangi bölgelerden geldiği sorusu bir cevap bulamasa da, en azından Güneydoğu Anadolu gibi belirli bölgelerdeki insanların hac amacıyla, günümüzden yaklaşık 11.000 yıl kadar önce Göbekli Tepe’ye gittikleri belirlenmiştir.
Eğer Klaus Schmidt’in tahminleri doğru ise, yazarlar tarafından Göbekli Tepe; “dönemin Yakın Doğu’sunun ‘düğüm noktası’” ve “pek çok kültürü içinde bulunduran ‘kozmopolit’ bir alan” olarak değerlendirilmektedir.
Başka bir teze göre ise Göbekli Tepe, döneminde ölülerin gömüldüğü bir yer olarak kullanılmaktaydı. Henüz mezar kalıntılarına veya insan iskeletine rastlanmamasına rağmen, kimilerine göre sit alanının henüz kazılmamış bölgelerinde, duvar ve sütun altlarında mezarlar bulunmaktadır. (Resim -4-)
Sütunların Üzerindeki Desenler
Sütunların üzerinde yabandomuzu, tilki, sürüngen, aslan, timsah, kuş ve örümcek motifleri bulunmaktadır. Bunların bazıları sütunun küçük bir kısmını kaplamakta iken, bir kısmı sütunun bütününe yayılmış durumdadır. Aynı zamanda, bu motifler içerisinde üç boyutlu desenler de bulunmaktadır. 2006’da bulunan ve bir sütunun üzerine yapılmış sürüngen motifi bunun en güzel örneklerindendir. (Resim -5-)
Hayvan motiflerinin yanı sıra haç, yarım ay gibi figürlere de rastlanması, yazının bulunuş tarihinin tahmin edildiğinden çok daha eskilere gittiğinin düşündürtmektedir. Schmidt’e göre, 33 numaralı sütunun (çünkü her sütunun ve taş yapılardan oluşan dairelerin bir adı veya numarası bulunmakta) üzerindeki şekiller, Mısır hiyerogliflerini andırmakta ve hiyerogliflerin M.Ö. 10.000’li yıllarda var olduğunu göstermektedir. (Resim -6-)
Sonuç olarak, Göbekli Tepe gizemini hâlâ sürdürmektedir, ancak tarihsel süreç ile ilgili yanlış bildiğimiz bazı şeyleri de kökten değiştirebilecek kadar büyük bir potansiyele sahip olmaktadır. Bize düşen görev ise, Anadolu’nun mirasçıları olarak, tüm dünya için bu derece önemli miraslara sahip olabilmenin değerini bilmek ve bu mirasları koruyabilmektir.
Göbekli Tepe’den Birkaç Fotoğraf
Kaynak
http://gobeklitepe.info/who_how_why.html